John Fante “Roma’nın Batısı”

Bayan Arıza tarafından 22 - Ağustos - 2011 tarihinde yazıldı.

Universal Stüdyoları kırk dakika uzaklıktaydı. Körfez boyunca uzanan kıyı dağlarını bir çırpıda kat ettikten sonra Malibu Kanyonu üzerinden karayoluna girip Universal'ın yolunu tuttum. Evdeki durum beni kaygılandırıyordu. Harriet'in ruh durumu hayra alamet değildi. Genellikle uysal ve yumuşak bir insandı, çabuk bağışlardı, ama onun sabrının da bir sınırı vardı, o sınır aşıldığında bavulunu kaptığı gibi evi terk ederdi.

İki kez etmişti, ikisi de hayvan yüzünden. Evliliğimizin birinci yılında, San Francisco'daki apartman dairesine evcilleştirme amacıyla kafeste beyaz bir fare getirmiştim. Fare kafesten kaçıp kanepenin yaylarının arasına saklanmıştı, çıkarmak mümkün değildi. Harriet onu oradan çıkarmam için bana bir saat tanımış, çıkaramayınca da bavulunu kaptığı gibi otobüse atlayıp Grass Vadisi'nde yaşayan teyzesine gitmişti. Bir ayımı almıştı onu geri getirebilmek. Sonunda arabama atlayıp Grass Vadisi'ne gitmiş, teyzesinin önünde ayaklarına kapanıp eve dönmesi için yalvarmıştım. Evlilik sözleşmemizin yeniden gözden geçirilmesi koşuluyla dönmeye razı olmuştu. O günlerde genç ve aptal olduğum ve onu günde üç kez aşkla düzdüğüm için onurumu ayaklar altına almaya hazırdım.

On yıl önce ilk pitbullum Mingo onun Siyam kedisini yediğinde beni bir kez daha terk edip bir ev dolusu çocuk, köpek ve kediyle başbaşa bıraktı. Grass Vadisi bir kez daha; müzakere ve öneri günleri, mektup ya da telefon yoluyla yapılan karşı öneriler ve yeni bir anlaşmaya varılıncaya kadar prostatı azmış yüreği yaralı koca rolü. Kabul etmek zorunda kaldığım koşullardan biri Mingo'nun gitmesi olmuştu. Dehşet verici bir talepti, ama başka seçenek tanımamıştı bana; Mingo'yu Tarzana'da çok iyi bir ihtiyarın pitbull ürettiği bir çiftliğe götürüp bıraktım. Muhteşem Rocco da orada dünyaya geldi, Mingo'nun tohumundan.

Şimdi bir kez daha Grass Vadisi'ne gideceğinden korkuyordum. İşaretleri tanıyordum, o porselen gülümseme, büzülmüş ağız, banyoda uzun meditasyon seansları, hırçınlık. Yıllar beni de değiştirmişti ama, değerlerim farklıydı artık. Tamam, köpek harikulade bir yaratıktı; ama gömlek ütüleyemiyor, yemek pişiremiyor, Bernard Shaw üzerine bir tez hazırlayamıyordu. İpek çoraplarla hayli saçma görüneceğini söylemeye gerek bile yok. Universal'ın otoparkına girdiğimde kendimi Dangalak'ın gitmesi gerektiğine ikna etmiştim.

Joe Cripsi'yle randevuma on dakika kalmıştı, paralı telefonlardan birine gidip evi aradım.
Telefonu Denny açtı, annesini telefona çağırmasını söyledim.
"Başımıza yeterince sorun açmadın mı, Baba?" dedi.
Bağırdım ona.
"Bana nutuk çekmeye kalkışma piç. Karımı telefona çağır."
Bir dakika kadar bekledim.
"Küvette."
"Ona önemli olduğunu söyle."
Sessizlik.
"Seni terk ediyor, Baba."
"Ben de bu yüzden arıyorum zaten. Eve gelir gelmez ilk işim o köpeği defetmek olacak. Bunu ona söyle."
Üç dakika kadar bekledim, o arada telefona bir çeyrek daha atmam gerekti.
"Üzgünüm, Baba. Sana inanmıyor."
İnledim. "Nereye gidecek, Denny? Grass Vadisi mi yine?"
"Sanırım. Saat yedideki Sacramento uçağında yer ayırttı."
"Ona mani ol! Fikrini değiştir!"
"Denemediğimi mi sanıyorsun? O giderse benim dönem ödevim ne olacak?"
"Denemeye devam et. İşim biter bitmez eve döneceğim."

Telefonu kapattım ve Vadi'nin nemli sıcağında terlemiş vaziyette Joe Crispi'nin bürosunun bulunduğu C Blok'una doğru yürümeye başladım. O eski sızıyı hissettim yine on iki parmak bağırsağımda, bir yapımcıyla görüşmeden önce on iki parmak bağırsağımı kemiren o ağrıyı.

Bu kez ağrının Joe Crispi'yle ilgisi olmadığını biliyordum. Harriet'in evi terk etme olasılığı ve onu geri getirmek için yapmak zorunda kalacaklarımdı bu kez nedeni. Pazarlık edecek halim yoktu. Fazlasıyla yaşlıydım bu iş için. Grass Vadisi'ne gitmektense kafama bir kurşun sıkmayı yeğlerdim; o titrek yaşlı teyze, hâlâ "İtalyan Çocuk" olarak bilindiğim o yıldırıcı kasaba. Yüksek sesle bir dua okudum: "Aziz Gennaro, Tanrı aşkına bana yardım et."

C Blok'unun önünde duran on bin dolarlık bir Mercedes'in içinden küçük bir tilki teriyeri havladı bana, dünyanın sahibi olduğunu sanan küçük bir kancık. Arabanın yanına gidip dilimi çıkardım ona. Penceredeki küçük aralıktan çenesini çıkarıp deli gibi havlamaya başladı. Yüzünün tam ortasına bir balgam fırlatıp Jacquline Susann'a ait olmasını umdum.

Yedi yıl olmuştu Joe Crispi'yi görmeyeli, işsizlik sigortasından çekimizi almak için Santa Monica Devlet Bürosu'nun önünde buluştuğumuz günlerden bu yana çok sular akmıştı köprünün altından. Şimdi üç televizyon dizisi ve bir kalp krizi sahibi bir milyonerdi. Kilo almış, esmer İtalyan yüzü sarkmıştı. Eski günlerin sıcaklığını hissedemeyecek kadar uzun zaman geçmişti aradan. Karımın adını bile hatırlayamadı, ondan Hazel diye söz etti.

Hiç zaman kaybetmeden iş konuşmaya başladı. Yeni bir televizyon dizisinin ilk denemesini çekmişti, komedi dizisiydi, çok insani bir komedi dediğine göre, yeteneklerimin böyle bir dizi için biçilmiş kaftan olduğunu düşünüyordu.
"Kaç tane istersen yazabilirsin," dedi. "Zaman açısından ne durumdasın? Şu anda üzerinde çalıştığın bir iş var mı?"

Üzerinde çalıştığım hiçbir iş olmadığını ve bir an önce çalışmaya başlamak istediğimi söyledim.
"Harika," dedi koltuğundan kalkarak. "Sinema salonuna gidelim. Senin deneme dizisini seyretmen için bir gösteri ayarladım."
"Önce biraz bilgi ver bana."
"Bir seyret. Sonra konuşuruz. Açık bir zihinle seyretmeni istiyorum."
Benim için özel bir gösteri ayarlama zahmetine giriştiği için ona teşekkür ettim.
"Lafı bile olmaz. Yazarlarla böyle çalışırım ben. Deste masada, üçkağıt yok."
Tipik Joe Crispi. Pennsylvania'nın kömür madenlerinden gelmiş, İtalyan madencilerin yoksulluğuna ve sefaletine dair bir roman yazdıktan sonra rıhtım işçileri ve gangsterlere dair filmler çekmeye başlamıştı. Görünümü de üslubu kadar sertti, her zaman dürüst olmaya çalışırdı. Bir komedi dizisi hazırlıyorsa çok iyi bildiği sıradan ve yoksul insanlara dair olması kaçınılmazdı -İtalyanlar, Polonyalılar, Zenciler. Benim de kalemimdi bu insanlar.

Sinema salonuna gitmek için iki kat aşağı indirdi beni. Deneme dizisini beğenmeye kararlıydım çünkü fena halde paraya ve başarıya ihtiyacım vardı.
Crispi salonun kapısını açtı, içeri girdik. Elli koltuklu küçük bir salondu. Bütün koltukların dolu olduğunu görünce tüylerim diken diken oldu, arkada ve duvar kenarlarında ayakta duranlar bile vardı. Yazardı hepsi tabii ki, genç yazarlar, Princeton ve Dartmouth mezunu yazarlar, New York'lu yazarlar, son modaya uygun giyinmiş, uzun saçlı ve sakallı yazarlar. Kadın yazarlar da vardı aralarında, sinema oyuncusu olabilecek kadar şık ve çekici kadınlar. Odadaki en yaşlı hıyar bendim. Joe ve benim dışımda salondaki herkes otuz yaşlarında, sessiz ve hırslı genç insanlardı. Ve ölümcül. Crispi telefonlar ve elektronik aletlerle donatılmış masanın arkasındaki şeref koltuğuna kuruldu.
Işıklar sönerken on iki parmak bağırsağım asit salgılamaya başladı, kapının yanında kendime ayakta durabileceğim bir yer ararken ülserim beni oradan kaçmam için uyarıyordu. Ekran canlandı ve özelikle benim için tertiplenen gösteri başladı.
Dizi ilerledikçe bağırsaklarım düğümleniyordu. Dizinin adı "Şanslı Pierre"di ve kahramanı bir köpekti tabii ki, küçük ve siktirici bir Fransız kanişi! Köpeğin sahibi on dört yaşındaki Melinda'ydı, babası Wall Street bankerlerinden, annesi ise züppenin tekiydi. Bir kahkaha bandı bile vardı lanet şeyin, ki bütün yazarlar her cümleye katıla katıla güldükleri için tamamen gereksizdi.

Joe Crispi'nin madenci geçmişinden kaynaklanan güçlü bir dram duygusu vardı dizinin. Melinda annesi ve babasıyla birlikte Paris'ten 747'e binmiş eve dönmektedir ve sevimli Pierre'i uçağa havayolunun torbalarından birinde gizlice sokmuştur. Yolcuların ve uçuş ekibinin köpeğin varlığından haberleri yoktur ve Atlantik Okyanusu'nun üzerinde uçarlarken Kübalı olabilecek kadar esmer iki hava korsanı uçağı ele geçirir. Birden yolcuların çığlıkları ve salonda bulanan yazarların kahkahaları eşliğinde Pierre fırlar torbadan. Ya kusacaktım ya da ölecektim, başka yolu yoktu. Midem altüst olmuştu, kapıyı açıp usulca dışarı çıktım.

Kantinden iki kutu nane şekeri satın alıp arabama yürüdüm. Birinci kutuyu çiğneyip bitirdiğimde Calabasas'a varmıştım. Saat beşe geliyordu, Harriet havalimanına gitmeden önce evde olabilecektim. Ülserim biraz yatışmıştı, bir sigara yakma riskini göze aldım, ama evin garajına girdiğimde sancı bütün şiddetiyle geri geldi.
Denny, Harriet'in bavulunu arabasına yüklüyordu.
"Çok geç," diye seslendi hızla eve girdiğimi görünce.

Harriet üzerinde robuyla tuvalet masasına oturmuş tırnaklarına oje sürüyordu. Banyodan çıkan buhar pencereleri buğulandırmış, havaya şehvetli bir sabun ve parfüm kokusu sinmişti. Üzerine atlamayı düşündüm ama çatık kaşları hiç havasında olmadığını söyledi bana.
"Yine kaçıyorsun demek," dedim yatağa oturarak.
"Evet, kaçıyorum yine."
"Neden? Sana hak verdim. Köpek gidiyor."
Konuşmamaya kararlı görünüyordu.
"Köpekle ilgisi yok belki, asıl nedeni benim galiba," dedim. "Son birkaç saat içinde vicdan muhasebesi yaptım ve hiç de hoş olmayan sonuçlara vardım. Berbat bir kocayım, iğrenç bir babayım, yeterince para kazanamıyorum, koca bir sıfırım. Benden kaçmak istediğin için seni suçlayamam. Benden iğreniyorsun, usandın artık. Öyle yakışıklı filan da sayılmam. Birkaç günlüğüne San Francisco'ya gidip kendine yakışıklı ve genç birini bulup düzüşmelisin belki de. İyi terapidir, senin de hayatın tadını çıkarmaya hakkın var."
Beni aynadan izleyen yüzü yumuşadı biraz.
"Fikrimi değiştirirsem bana bir konuda söz verir misin?"
"Her konuda."
"O köpeği bu evin içinde istemiyorum."
"Köpek gidiyor. Burda işi bitti."
"Ondan kurtulmanı istemiyorum. Senin bir köpeğe ihtiyacın var. Rocco öldükten sonra kendine gelemedin."
"Gitmiyorsun, öyle mi?"
"Gidemem zaten. Önümüzdeki hafta o Shaw ödevini teslim etmezse Denny sınıfta kalacak."
Ayağa kalkıp robunu çıkardı. Bikini altının üzerine jartiyer takmıştı, kenarları sarı fırfırlı üzerine sarı güller işlenmiş jartiyeri. Ve siyah çorap.
"Aman Allahım!" dedim.
Benden uzaklaşıp kapıyı kapattı, kilitledi ve ben orada öylece oturup o güzel kıçının çalkanışını seyrettim. Ülserimin ağrısı kesilmişti.

(Roma'nın Batısı'ndan)

(Çeviri: Avi Pardo)