John Fante “Bahara Kadar Bekle Bandini”

Bayan Arıza tarafından 19 - Ağustos - 2011 tarihinde yazıldı.

St.Catherine'in sekizinci sınıfının dershanesinde üçe çeyrek vardı. Takma gözü fena halde ağrı yapan Rahibe Mary Celia barut gibiydi. Sol gözü seğirip duruyordu, tamamen istem dışı. On bir erkek, dokuz kızdan oluşmuş yirmi kişilik sınıf seğiren gözü izliyordu.

Üçe çeyrek var: teneffüse on beş dakika. Nellie Doyle, ince elbisesi kalçalarının arasındaki çatlağa sıkışmış, Eli Whitney'in çırçır makinesinin ekonomik sonuçlarını anlatıyordu. Nellie'nin hemen arkasında oturan iki oğlan, Jim Lacey ile Eddie Holm, katıla katıla ama sessizce gülüyorlardı kızın elbisesine.

Yaşlı Celia'nın camdan sol gözünün kapağı sıçramaya başlarsa dikkatli olmaları defalarca söylenmişti onlara oysa, ama şu Doyle'a bakar mısınız?

"Eli Whitney'in çırçır makinesinin ekonomik sonuçları pamukçuluk tarihinin zirvesidir," dedi Nellie.

Rahibe Mary Celia ayağa kalktı.

"Holm ve Lacey!" dedi sertçe. "Ayağa kalkın!"

Nellie şaşkınlık içinde yerine oturdu, iki oğlan ayağa kalktılar. Lacey'nin dizleri takırdadı, sınıf kıkırdadı. Lacey önce sırıttı, sonra kızardı. Holm öksürdü, başını öne eğip kurşun kaleminin üzerindeki markayı inceledi. İlk defa dikkatini çekiyordu kalemin üzerindeki yazı.

"Holm ve Lacey," dedi Rahibe Celia. "Sınıfımda sırıtkan aptallar görmekten usandım. Oturun!"

Sonra bütün sınıfa konuştu, ama sadece erkeklere hitap ediyordu aslında, kızlarla sorun yaşamıyordu genellikle: "Dersi dinlemeyen ilk haytaya saat altıya kadar sınıfta kalma cezası vereceğim. Devam et, Nellie."

Nellie ayağa kalktı yine. Lacey ve Holmes, ucuz kurtulmanın şaşkınlığı ve Nellie'nin elbisesi yine çatlağa sıkışır da gülerler endişesiyle öbür tarafa bakıyorlardı.

"Eli Whitney'in çırçır makinesi pamukçuluk tarihinde devrim yaratmıştır," dedi Nellie.

"Hey, Holm," diye fısıldadı Lacey önünde oturan oğlana, "Bandini'ye salamımı ilet."

Koridorun karşı tarafında, üç sıra önde oturuyordu Arturo. Başını öne eğmiş, göğsünü sıraya yaslamış, mürekkep okkasına dayadığı küçük aynaya bakarak elindeki kurşun kalemle burnunun üzerindeki çilleri sayıyordu. Bir önceki gece limon suyu sürmüştü yüzüne; çilleri yok etmek için en etkili yöntemdi sözüm ona. Doksan üç, doksan dört, doksan beş… Hayatın anlamsızlığıyla meşguldü zihni. Kışın ortasındaydılar, güneş akşam üzeri yüzünü gösterip kayboluyordu; burnundaki ve yanaklarındaki çillerin sayısı dokuz artmış, genel sayım doksan beşe ulaşmıştı.

Ne manası vardı yaşamaya devam etmenin? Üstelik bir gece önce yüzüne limon suyu sürmüştü. Neydi dünkü Denver Post'ta çillerin limon suyundan, "rüzgâr gibi kaçtığını" yazan yalancı kadının adı? Çilli olmak yeterince kötüydü zaten, ama bildiği kadarıyla, dünyadaki tek çilli İtalyan'dı. Nereden gelmişti bu çiller? Ailenin hangi tarafından mirastı o Allahın cezası minik bakır benekleri?

Neşesiz bir biçimde sol kulağını çekiştirmeye başladı. Eli Whitney'in çırçır makinesinin ekonomik sonuçlarına dair sunulan rapor çok uzaktan geliyordu ona. Josephina Perlotta devam ediyordu rapora şimdi: Josephina Perlotta'nın çırçır makinesi üzerine ne dediği kimin umurundaydı? İtalyan'dı Perlotta, Dago'nun teki -çırçır makineleri hakkında ne bilebilirdi ki?

Haziranda bu lanet Katolik okulundan mezun olacak, İtalyanların sayısının bir elin parmaklarını geçmediği devlet lisesine yazılacaktı. Sol kulağındaki sayım on yediyi bulmuştu, dünkü sayımdan iki fazla. Allah belalarını versin bu çillerin! Şimdi yeni bir ses konuşuyordu çırçır makineleri hakkında, bir keman kadar yumuşak bir ses; tenini delen tınılar gönderiyor, soluğunu kesiyordu.

Kalemini masanın üzerine koydu, ağzı gevşedi. Önünde duruyordu işte -güzeller güzeli Rosa Pinelli'si, aşkı, biricik sevgilisi. Ah, çırçır makinesi! Ah, harikulade Eli Whitney! Ah, Rosa, ne kadar güzelsin. Seviyorum seni, Rosa, seviyorum, seviyorum, seviyorum!

Evet, o da İtalyan'dı; ama onun suçu muydu? Bandini bundan ne kadar suçluysa, o da o kadar suçluydu. Ah, şu saçlar! Şu omuzlar! O canım yeşil elbise! Şu ses! Ah, Rosa! Anlat onlara Rosa'm. Çırçır makinesini anlat onlara! Biliyorum, Rosa, benden nefret ediyorsun. Ama ben seni seviyorum, Rosa. Seni seviyorum ve bir gün New York Yanks'in orta sahasında göreceksin beni, Rosa. Orta sahada olacağım, balım, ve sen benim sevgilim olacaksın, üçüncü kalenin arkasındaki locada beni seyredeceksin, ve atış sırası bana gelecek; dokuzuncu devrenin ikinci yarısı, Yanks üç sayı geride. Ama sen tasalanma, Rosa! Üç kalede adamımız varken o atış yerine dikileceğim ve sen bana bir öpücük uçuracaksın ve ben o elmayı çaktığım gibi orta saha duvarının üzerinden aşırtacağım. Tarih yazacağım, balım. Sen beni öp, ben tarih yazayım!

"Arturo Bandini!"

Çillerim de olmayacak o zaman, Rosa. Gitmiş olacaklar -büyüyünce mutlaka giderlermiş.

"Arturo Bandini!"

Adımı da değiştireceğim, Rosa. Banning diye çağrılacağım; Art, Bombacı Banning…"

"Arturo Bandini!"

Bu kez duydu çağrıldığını. Dünya Finali'nin uğultusu dinmişti. Başını kaldırdığında Rahibe Mary Celia'yı gördü tepesinde, masayı yumrukluyor, sol gözü deli gibi seğiriyordu. Ona bakıyorlardı, hepsi, Rosa'sı bile gülüyordu ona, ve kurduğu düşü yüksek sesle anlattığını fark edince midesi yuvarlanıp gitti altından. Diğerleri gülebilirlerdi dilediklerince, ama Rosa -ah, Rosa, üstelik onun kahkahası diğerlerinden daha tizdi, içini delmişti, ve nefret etti ondan: Louisville kömür madeninde çalışan İtalyan bir maden işçisinin Dago kızı; lanet olası bir maden işçisi. Salvatore'ydi adı; Salvatore Pinelli, elinden başka bir şey gelmediği için maden işçiliği yapan aşağılık herifin tekiydi. Yıllarca, yüz yıl, iki yüz yıl dayanacak bir duvar örebilir miydi?

Peh -Dago hıyarı, bir sivri kazması, kepinde de bir ampulü vardı; iki paralık bir Dago sıçanı gibi yerin altına inmek zorundaydı hayatını kazanmak için. Onun adı Arturo Bandini'ydi, bu okulda bu konuda söyleyecek sözü olan meydana çıkıp burnunu kırdırabilirdi.

"Arturo Bandini!"

"Tamam," dedi sözcüğü uzatarak. "Tamam, Rahibe Celia. Duydum sizi."

Sonra ayağa kalktı. Bütün sınıf onu seyrediyordu. Rosa arkasında oturan kıza bir şeyler fısıldadı elinin gerisinde gülümseyerek. Arturo fark etti ve çilleri hakkında, ya da pantolonundaki yama hakkında, ya da saçının uzamış olduğu hakkında, ya da babasından kendi bedenine uydurulmuş ve üzerinde bir türlü doğru dürüst durmayan gömleği hakkında bir şey söylediğini sanıp zor tuttu kendini ona bağırmamak için.

"Bandini," dedi Rahibe Celia. "geri zekalı olduğuna şüphe yok. Biraz önce sınıfı dikkatli olma konusunda uyardım. Böyle bir aptallık ödülsüz kalmamalıdır. Saat altıya kadar okulda kalacaksın."

Yerine oturdu ve üç zili titretti koridorları.

(Bahara Kadar Bekle Bandini'den)

(Çeviri: Avi Pardo)

 

Kaynak: Parantez Yayınları