Cem Kurtuluş’tan Kitap İncelemesi: Emrah Serbes “Erken Kaybedenler”

Bayan Arıza tarafından 23 - Haziran - 2012 tarihinde yazıldı.

Yanımızda olduğu halde fark edemediğimiz bazı öyküler vardır. Bu öykülerin içinden bir parça her zaman kendinizden bir şeyler bulursunuz. "Erken Kaybedenler" isimli bu kitap ta öyle bir öykü. Eskilere, kaybettiklerinize, sert geçen mahalle maçlarına, ettiğiniz kavgalara, suçladıklarınıza, aşık olduğunuz komşu kızına, aşık olduğunuz kızın annesinin ne denli bir güzelliğe sahip olduğuna, delikanlılara, serserilere…Tüm başrollerimiz "Erken Kaybedenler" kitabında toplanmış..

Emrah Serbes/Erken Kaybedenler/Anneannemin Son Ölümü:

Anneannenin toplumun dışında kaldığına dair bir portre çiziliyor. Lafını esirgemeyen, torunuyla bir ömür geçiren, onunla her şeyini paylaşan, matematik hocasına kancık diyen bir anneanne, partilerin söylediklerine inanmayan torunundan yardım alan biri, cesur bir kadın. 

Toplumda dayatılan fikirleri hiçe sayan bir anneanne ve bir torun. Seçim zamanında torununun fikriyle "TKP"ye oy veren bir anneanne…Altı çizilecek yerler de var. Devlete dair, sevgiye dair çoğu şey…

* Ayrıca imkan olsa terör örgütlerine veririm oyumu çünkü bu devletin yıkılmasını istiyorum, çünkü annem babam öldüğü zaman hiçbir şey yapmadı devlet, ayrıca Yasemin düşünmek için süre istediği zaman hiçbir devlet büyüğünün araya girip işleri yoluna koymak için çaba sarf ettiğini de görmedim. Hep boş vaatler; yaralar sarılmadı.

* Çünkü büyüdükçe arzularım küçüldü, şaşkınlıklarım küçüldü, beklentilerim küçüldü. Büyüdükçe öyle küçüldüm ki içimde taşacak bir şey kalmadı. Büyümenin bir bedeli varsa işte bu, yarım metre uzadım, yirmi kilo aldım ve dünyadan vazgeçtim.

* Rastgele bir numara çevirdim, genç kız açtı:
 "Pardon devlet memuru musunuz?".
 "Sapık mısınız?"
 "Hayır. Memur musunuz?"
 "Değilim."
 "Güzel. Ben sapık değilim siz de memur değilsiniz. Peki o zaman bu şehrin en işlek caddesi hangisi acaba? Herkesin bir gün mutlaka geçeceği cadde."
 "Ne bileyim, İstiklal Caddesi herhalde. Sen kimsin?"
 "Bu hayatta rastgele çevirdiği telefon numaralarında karşısına çıkan seslerden başka kimsesi kalmamış biriyim. Belki de ben senin şuuraltınım."
 "Kaç yaşındasın sen?"

* Beni boş ver. Konu ben değilim ki. Hiçbir zaman da olmadım. Asıl sen kimsin? Senin heyecanların neler, tutkuların neler, hayal kırıklıkların neler? Şu hayatta başın sıkıştığında ilk kimi ararsın? Seni karşılıksız seven insan kimdir, ne bok yersen ye seni bağrına basacak kimdir? Eğer böyle biri varsa bu akşam onu ara, halini hatırını sor bu vesileyle. Yoksa sen de bir gün benim gibi yapayalnız kaldığında, ufacık bir şeyi danışmak için bile arayacak kimseyi bulamazsın. Bu sözlerimi harcanmış yıllarımın manifestosu olarak kabul edebilirsin. Çünkü büyük bir tecrübeyle konuşuyorum, tecrübe ıstıraptır güzelim ve zannettiğinden çok daha fazla ıstırap çektim. İstersen sonra yine araşalım, daha 64 dakika bedava konuşma hakkım var çünkü. 

* Sevgi budur, gözlerini kapadığında oradadır ve bir milyon sene sonra bir milyon insan arasında da görsen, ha işte o dersin.

* Sonuçta sevilen her kadın güzel bir şarkıdır, bütün sözlerini hatırlayamazsın belki ama melodisi aklında kalır.

Emrah Serbes/Erken Kaybedenler/Zannettiğin Gibi Değil: 

* Barmenler her zaman sizi kapı dışarı eden barmenler, görüntüne bakınca karar veren barmenler.  Genellikle gıcık insanlardır. Bu öyküde  büyüme sancıları çeken, abisinin peşinden giderek onu taklit eden yeni yetme ile tanışıyoruz. Çok da fırlama. Ağzı bozuk, aynı zamanda abisinin sevgilisine göz koyan biri. Babalarını kaybetmişlerdi yeni yetmenin yanında kimse yoktu genellikle. Ama dayak yediği zaman bile abisi yardıma koşuyordu, Abisinin de dayak yediği zamanlar da oluyordu.

Barmenler için söyledikleri ne kadar da doğru o kısım da şöyle geçiyor:

* Barın önünde durmuş, herhangi birinin çıkmasını bekliyordum. El ele tutuşmuş iki sevgili çıkarken kapıyı tutup girdim. Barmene bakmadan yürüdüm. Barmenleri sevmem, genellikle gıcık insanlardır. Dünyanın en önemli işinin kokteyl yapmak olduğunu zanneden, bu yanılgının büyüsüyle de kasım kasım kasılan tiplerdir; yüzlerini görmeye bile tahammül edemiyorum.

Emrah Serbes/Erken Kaybedenler/Korhan Ağbi’nin Kardeşi:

90’lar, mahalle maçları, unutulmayanlar ve hafızada kalanlar, edilen kavgalar…

Aycan çok güzel bir kızdı. Erhan ilk günden beri onu ellemek istiyordu. Korhan Abi’nin kardeşi olduğu için biraz da uzak duruyorlardı. Korhan belalı birisiydi canı sıkıldığında tokat atmayı seven bir tipti, mahallede böyle tipler her zaman mevcuttur. Her maç yapıldığında kaleye geçerdi, çok gol yediğinde dayak yerdi. Korhan o’nu aşağılardı "kova" diye. Erhan ise sürekli gol atardı. Erhan bütün planları Aycan’ı ellemek üzerine kurmuştu.

Ama bunu nasıl yapacaktı bilmiyordu. Erhan’ın tek fikri vardı Aycan’ı kazan dairesine çağırıp orada memelerini ellemek.

Günler geçiyordu Erhan deliriyordu. Bir gün sonunda kazan dairesine gelmişlerdi farklı bir bahaneyle. Ve sinsice yaklaştı Erhan, memelerini ellemişti Aycan’ın. "Gerizekalı" diyerek oradan uzaklaşmıştı Aycan.

Erhan, kendi takımı için çok şey ifade ediyordu. Sadece futbolcu değildi. Erhan küsmüştü gitmişti, yapılacak başka yoktu. Yine yalnızlığına mahkum olmuştu. Tek başına mahalle maçlarını izliyordu. Yalnızlığı devam ediyordu aynı kaleciliği gibi. 

Aycan’la bir daha konuşmak istiyordu Erhan ama o ara Aycan okula gelmiyordu. Bu sıkıntılı bir durumdu. Ve grev sonuçlanmıştı, kazanmışlardı. Bunun sonucunda rakı aldırmıştı babası.

Sonrası daha kötüydü. Ekonomik krizden dolayı babası işten çıkarılmıştı ama asıl sebep de bu değildi. Fabrikalarda bu hep böyle olurdu. İşten birileri çıkardı haklı veya haksız. Tazminat veriliyordu. Tazminatı aldıktan sonra kendilerine bakkal dükkanı kiralamışlardı hayatlarını öyle devam ettiriyorlardı.

Bu öyküden birkaç alıntı…

* Erhan küstü gitti. Cümle alem s.ksin ki bir daha konuşmayacakmış. O gidince tamamen yalnız kaldım. Mahalle maçlarını kenardan seyretmeye başladım. Çünkü Gözde Yapı Kooperatifi futbol takımında Erhan, hem santrafor, hem kaptan, hem antrenör, hem de kulüp başkanı gibi bir şeydi. Şu hayattaki bütün torpilim oydu.

* Eve gidip kitabı okumaya çalıştım. Beş sayfa sonra sıkıldım. Orhan Kemal iyi bir yazardı muhtemelen, beş sayfadan çıkardığım sonuç, ders kitaplarında okuduğum şeylerden daha güzel olduğuydu. Ama bana okumanın kendisi saçma geliyordu.

Birinin anlatmak istediği bir şey varsa, başından geçen ilginç bir hadise örneğin, doğrudan bana gelip anlatmasını beklerdim. Eğer bunu herkese birden anlatmak istiyorsa film falan çekmeliydi. Ayrıca filmlerde insanlar gülerler, ağlarlar, öpüşürler, her şeyi görürsün. Kitaplarda böyle bir şey yok, sadece her okuyana göre değişen bir takım yaklaşık hisler var,  görüntüyü sen yapıştırıyorsun üstüne. Olmayan bir filmi kafanda çekmeye çalışıyorsun hiçbir şey görmediğin halde her şeyi gördüğünü zannediyorsun. Ayrıca bir kitabı herkes aynı anda okuyamaz. Ama filmi pek çok kişi salonda seyreder. Video bile olsa en azından iki üç kişi aynı zanda seyredebilir. Ve tabii sevgilinle beraber seyrediyorsan el ele tutuşabilirsin, konuyu kaçırmayacak oranda öpüşebilirsin. Bunun da yarattığı bir enerji var. Film akar, kitap durur.

* "Başka kiminle arkadaşlık yapabilirim acaba?" diye düşündüm, sınıfımdaki çocukları geçirdim aklımdan, kimseyle yapamazdım.

Yalnızlığa mahkumdum. Benim kaderim buydu zaten, maça alsalar bile değişmiyordu. Onlar hep birlikte oynuyordu, ben kalede yapayalnız bekliyordum. Sonra da gol yiyince kızıyorlardı.

Emrah Serbes/Erken Kaybedenler/Denizin Çağrısı: 

Deniz kıyısına giderken yanına kova küreklerini mi yoksa yeni alınan plastik kamyonunu alması gerektiğine bir türlü karar veremeyen ufak bir erkek çocuğunun yaşadığı ikilemi okuyoruz. Kumla oynarken kurulan arkadaşlıklara tanıklık ediyoruz.

Kova ve kamyon arasında yapılan tercihler, yapılan yaramazlıklar. Bikinili bir kız önünde durdu, göğüsleri çıkmamıştı. Ve bikiniyi üstlü giymesinden şikayetçiydi Osman. Göğüsleri çıkmamıştı. Hava yapmana gerek yok diye Sedef’i ağlatmıştı. Sedef'le günden güne birbirini tanıyorlardı. Sedef, eşyalara bakmak için görevliydi ama Osman girince denize o da girdi. Dayanamadı. Denizin çağrısına uydu sadece. Tek yaptığı buydu. Ve şu kısmı alıntılamak gerek:

* Kış geldiğinde Sedef’i bütünüyle unutmuştum. Doğrusu şöyle; hatırlayıp, hatırlayıp unutmuştum. Sanki aramızda hiçbir şey yaşanmamış gibi. Alelade bir yaz aşkı gibi. Sanki Sedef ancak ismi geçtiği zaman hatırlanan hayalet arkadaşlardan biriymiş gibi. Sanki deniz kenarında bütün gün kumdan kale yapmamışız gibi, sanki pansiyonun sahanlığında yan yana oturup konuşmamışız, yıldızlara bakıp nedir bu kainatın esbabı mucibesi diye düşünmemişiz gibi. Unutmanın acısı, ayrılığın acısından farklı. Ayrılık hüzne yakın, unutmak kasvete. Yani birini er geç unutmaya mahkum olduğunu bilmenin kasvetinden bahsediyorum.

Birini yavaş yavaş unuttuğunun bilincine vardığın anların sıkıntısından bahsediyorum. Belki de neden bahsettiğimi bilmiyorum, sadece üzülüyorum. Vasıfsız keder.

Emrah Serbes/Erken Kaybedenler/Cahide:

Heyecanlar, söyleyemediklerimiz, söylemekten korktuklarımız. Cahide öyküsü bu tür şeyleri içinde barındırıyor. Cahide’ye aşkı uzun zaman önce başlamıştı. Sadece o aşık değildi onunla birlikte 6 arkadaşı da. Kapı komşularıydı. Cahide ile annesi pazara çıktığında onlara yardım ederdi hep. Cahide’yi gördüğünde kalbi içinden çıkar gibi olurdu.

İsimleri bazen karıştırırdı "Annesine kıymet yerine tıynet demesi gibi". Cahide’ye mahalle de herkes laf atardı, güzel bir kızdı ama namuslu kızlar gibi kalkıp onlara cevap vermezdi. Arkadaşları Cahide’nin orospu olduğunu söylüyordu. Arkadaşları mecbur bize de verecek diyordu ama o tamamen farklı düşünüyordu.

Çünkü fiziksel olarak düşünmüyordu. Gel zaman, git zaman Cahide’nin evlilik haberi gelmişti. Hemen evlenecekti. Akrabası ile evlenecekti. Gelinliği giymişti yanındaki adam zarf atmıştı. Zarfı kapmıştı ama Cahide bunu görmemişti.

Emrah Serbes/Erken Kaybedenler/Üst Kattaki Terörist:

Ağabeyi yedi yaşındayken şehit olan bir erkek çocuğunun “şehit kardeşi olmak durumuyla” baş etmeye çalışırken, üst katına taşınan saçı sakalına karışmış, mahallelice “terörist” ilan edilen erkek üniversite öğrencisiyle kurduğu arkadaşlığın öyküsü.

Günümüzü anlatan, yanlış anlaşılmalara sebep olan, barış isteyen bir kürt ile  abisinin intikamını almak isteyen biri. Üst katta oturan genç şehit kardeşine iyi davransa da şehit kardeşi bunu hep yanlış yere yorumluyor. Türklükten bahsediyordu

Nurettin ama sonrasında fikirleri de değişmişti.

Girişi de şöyle öykünün:

* Ağabeyim yirmi yaşında bu vatan için şehit oldu. Siz büyük şehirlerin ışıklı bulvarlarında elinizi kolunuzu sallayarak

rahatça yürüyebilesiniz diye o gitti Çukurca’da mayına bastı. Ben yedi yaşındaydım o zaman. Cenaze günü çok güzel bir komando üniforması çektiler üstüme, mavi bereli. Ağlarsam, teröristlerin sevineceğini söylediler, tuttum kendimi, hiç ağlamadım.

Emrah Serbes/Erken Kaybedenler/ Alçakgönüllü Arzular: 

İngilizceyi sevmeyen birinin yaşadıklarıyla alakalı bir öykü ile karşı karşıyayız. İngilizceyi sevmezdi, notları iyi değildi, tembeldi, haylazlık yapmaktan hoşlanırdı. 15 tatilinde keyif yapacağı yerde babası ona İngilizce öğretmeni tutmuştur adam olsun kırıklarını kurtarsın diye.

Kız çıtı pıtıydı ondan gözlerini alamıyordu. Gizem aklından çıkmıyordu onun hayatını mahvetmişti Gizem. Ona dair her şeyi düşünüyordu. Gözleri, saçları, tokası…Gizem ona güzel öğretmişti her şeyi, her şeyi kolay kapmıştı. Ama Gizem’e zafer duygusunu yaşatmak istemiyordu. Çünkü ona sahip olamayacağını biliyordu.

Sınava girmiş düşük not almıştı. Babası saydırıyordu. "Ben senin için her şeyi yapayım sen okuma" diyordu. Küfürleri saydırdı da saydırmıştı. Sonrasında gizemle bu durumu konuşmuştu, parayı ortak bölüşmelerinden bahsetmişti. İlginç bir teklifti bu. 

Bunları konuşurken Gizem saçını okşadı. Sonra ensesinden tutup dudağından öpmüştü. Altı saniye sürse de ikisi de bunu unutmayacaktı. Anılar hep bir köşede kalırdı. Gizem artık ders vermeye gelmeyecekti son olaylardan dolayı. Bir de başka durumlar vardı. Okula gittiği günde Gizem, "ben Amerika’ya gidiyorum" demişti. Üzgün olduğu halde sevindim demişti el sıkıştıktan sonra yoluna devam etti.

Vaktinde biri ülkemizdeki bütün kızları çok pis korkutmuş, hiçbirinde gerçeği söyleyecek cesaret bırakmamış.

Emrah Serbes/Erken Kaybedenler/Kimi Sevsem Çıkmazı: 

Ergen erkek hikayeleri edebiyatımızda işlenmeyen bir konu. Emrah Serbes bu öyküde ergen hikayesine değiniyor. Sabah akşam çalışan didinen aynı zamanda aşkına karşılık alamayan bir ergeni konu almış.

Kahramanımızın üç ismi var Berke, Bülent, Nurullah. Onun niyeti Handan’ı ya da annesini ayartmak. Annesi onun için tam bir afetti, Handan’ın kardeşi de iyiydi ama yaşı küçüktü bu yaşlar sıkıntılı oluyordu onun için. Sonunda Handan’a açılmış Handan buluşmaya kardeşiyle gelmişti.

Bu durum karşısında kendini garip hissetmişti. Bir daha arasaydı belki yalnız gelirdi. Handan’ın kardeşi daha ilgiliydi ona karşı. Handan ve annesi daha soğuk davranıyordu. Babası hep Ecevit'e oy verirdi oysa babasının arkadaşları hep MHP’liydi. Bir gün babasına isyan edeceğini biliyordu.

Herkes yaz tatilini gezerek geçirirken o yaz tatilini çalışarak geçiriyordu. Bu durum sıkıcıydı. Handan'ların apartmanının önünde dolanmaya başlamıştı. Şansını deneseydi bu defa yalnız gelirdi. Handan'ın annesi afet bir kadındı.

Bülent'lerin edebiyat hocasıydı, güzel fiziği vardı onun karşısında büyülenmeyen yoktu. Kalçasını kalorifer peteğine yaslar romantik şiirler okurdu. Kimse ona kayıtsız kalamazdı. Bir gün Bülent’in yanına oturmuştu. Bacak bacak üstüne atmıştı.

Aklını başından almıştı. Onun da dediği gibi;

"Bir kadını unutulmaz yapan şey, bir vakitler ona duyulan arzunun şiddetiyle doğru orantılı değil midir? O arzunun kıyısında, gerçekleşme olasılığının tam yanı başında, sanki arada başka hiçbir engel yokmuş gibi rahat davranabilmekle, kendini o tatlı yanılsamaya kaptırabilmekle doğru orantılı değil midir? Bu olgunun da mı sorumlusu benim mutsuz geçen çocukluğum? Cevap? Yok! Kalırsın öyle…"

Bütün yazı dükkanda çekirdek çıtlayarak geçirmişti. Günlük tutmaya karar vermişti. İşten kurtulmak için bütün yolları deniyordu ama işe yaramıyordu bir türlü. Kendini bayılacak gibi hissettiği günlerin birinde Handan’ı aramıştı.

Annesi, kardeşi bir başkasıyla gelse önemli değildi. Sadece gelmesi yeterliydi. Ama hazırladığı onca lafı yutmak zorunda kaldı çünkü Handan hasta ve gelemiyordu. Dursun Amca, kendisine bir adres yazdırmıştı, emin olamadı bu adresten.

Çünkü adres Handan'ların adresiydi. Dursun amcası, babasının en yakın arkadaşıydı, her koşulda babasının yanında olmuştu.

Handan’ın annesi aramıştı onları. Tüp söylemişti. Üç ismi vardı, bazen Berke bazen Nurullah bazen Bülent derlerdi. Handan’ın annesi çekinme gir demişti Nurullah’a. Çok ılık ve davetkar bir sesti. Nurullah içeri girdi. Sonra konuşmaya başladılar. "Bir şey okudun mu?" diye sormuştu Handan’ın annesi ama okumayı sevmiyordu Nurullah.

Nurullah Handan’ın annesini izliyordu. Her şeyi ortadaydı. Külotun ince kıvrımlarına kadar takip etti, ne külot giydiğine bile bakmıştı. Çok uzun sürmemişti bu. Bir an önce parayı alıp evden çıkacaktı, her şey karışmıştı. Handan’ın bir çocukla beraber olduğunu duymuştu. "Bülent gel" demişti babası, başını önde eğerek girdi.

Sonra babası birkaç soru sordu. Gözü şişmişti. Yalan söyledi ama babası yemedi bu numarayı. Sonra isyan etti bıktım böyle yaşamaktan diyerek. Her gün aynı şeyleri yapmaktan sıkılıyordu, herkes sevgilisiyle sevişirken o tüp taşımaya devam ediyordu. Hayatı sıkıcı yapan şeylerden biriydi bu da. Babası "evladım ben sakatım" dese de Bülent’i inandıramadı.

"Katilsin sen" diyerek bağırdı. Her zaman yaptığını yaptı, birahaneye girdi oturdu iki bira söyledi masaya yumruğunu vurdu.

Eve dönmesi için uzun süre düşündü sonunda karar verdi eve dönmeye.

Dursun Amcası, babasının beklediğini söyledi. Babası, Bülent’e silah vermişti ona atılan yumrukların hesabı için. Yine mesele Ecevit'e bağlanmıştı. Bülent Ecevit olmasa kendisinin bile olmayacağını düşünürdü. Bülent’e artık okuluna bakmasını söylediler. 14’lü elinde Handan'ların kapıya dayanmıştı. Belli ki bir delilik yapacaktı.

Handan’ın kardeşi seslendi birden diğer ismiyle "Berke abi sen misin?" diye. Sonra birkaç soru sordu, belli ki Handan onu başka şeyler söylemek için göndermişti. Sonra kendi hakkında neler düşündüğünü Handan’ın kardeşinden duymak istiyordu. Yakın davranıyordu. Okullar açıldı, bütün yaz tatili boyunca Handan’ı, kardeşini ve annesini düşündü. Morali öyle bozuktu ki canı hiçbir şey yapmak istemiyordu. Her şeyi bir kenara bırakmıştı.

Handan’ı bahara kadar beklemişti ama Handan’dan halen ses seda yoktu. Sonunda Handan’a telefon etmişti Bülent. Ama cevap vermiyordu Handan, demek ki onun gözünde Bülent diye biri yok diye düşündü. Handan, tamamiyle onu silmişti hayatından ya da

Bülent öyle düşünüyordu.

Bülent, eve gitmiş ve morali bozuktu. Annesine birkaç soru sordu. Sevilmediğini düşünüyordu Bülent. Bunun berbat bir şey olduğunu herkes bilirdi. Sonrasında delirmiş bir şekilde Handan’ın annesine telefon açmıştı.

Telefonda dediği tek şey şuydu "Alo, seni seviyorum". İnsan bir şeyleri söylerken zamanını mı beklemesi gerekiyordu yoksa her an söyleyebilecek gibi hazır mı olmalıydı?

Günler geçiyor Nurullah kafayı yiyordu. Handan’ın kardeşi konuyu birden Samet’e getirmişti, onun sol görüşlü olduğundan bahsediyordu, Nurullah da sevmezdi bunu, gerçi Handan’ın kardeşi o’na Berke diyordu ne de olsa 3 ismi vardı. Yine yaz gelmişti, her şey daha da boka sarıyordu.

Dursun Amcası ölmüş, tüpçü tamamen Berke’ye kalmıştı. Handan’ın kardeşi yine uğruyordu her geçtiğinde. Berke Abisini eve davet ediyordu, bir şeyler olduğu ortadaydı. Eve çağırmıştı. Amacı onu Samet ile yüzleştirmekti. Samet, darbeyi indirmişti. Daha da kötü olmuştu Berke. Silahı çıkarmıştı Samet’i korkutmak için. Handan’ın kardeşi "yapma" diye bağırıyordu bir yandan. Artık her şey sona ermişti. Ve bu öyküden sevdiğim bir kısım:

“Apartmanın girişindeki lambayı sen mi kırdın Bülent?”
“Hangisini?”
“Otomatik yanan, sensörlü lamba.”
“Hayır!”
“Komşu görmüş, yalan söyleme. Süpürge sapıyla kırmışsın dün gece.”
Önüme baktım.
“Neden kırdın?”
Cevap yok!
“Hasta mısın evladım? Söyle bana, neyin var, neden kırdın lambayı, yapma böyle..”
“Kırdımsa kırdım, ne olacak! Çok mu değerliymiş?”
“Lamba senden değerli mi evladım, lambanın a…a koyayım, lamba kim? Yöneticiye de dedim; lambanızı s..yim, kaç paraysa veririz. Sen değerlisin benim için.”
“Beni görünce yanmıyordu baba.”
“Nasıl ya?”
“Görmezden geliyordu, yanmıyordu. Kaç sefer yok saydı beni.”
“E beni görünce de yanmıyordu bazen, böyle el sallayacaksın havaya doğru, o zaman yanıyor.”
“Hadi ya! sahiden mi?”
“Evet. ucuzundan takmışlar. Bizimle bir alakası yok.”
Babama sarıldım, yıllar sonra…’’

Bu son öyküde yazdıklarım spoiler gibi gözükse de kitap 3 defa okunup akılda kalanlar kelimelere yansımıştır. Ve öykülerin her birinde kendinizden bir parça bulacaksınız, hüzünleneceksiniz, eski anılar aklınıza gelecek. Yaptığınız serserilikler bir yandan aklınızdan çıkmayacak. Kırdığınız camlar, mahalle maçları, aşık olduğunuz komşu kızı ya da olmadığınız. Taşrada ve kainatta yapayalnız kalmış erkek çocukların hikayesi. Yoldan çıkmış bir neslin manifestosu.

Özetlemek gerekirse Emrah Serbes çabuk öfkelenen, kolay vazgeçen, baştan çıkmış erkek çocukları konuşturuyor. Kederli, insana dokunan komik hikayeler bunlar.

Yazan: Cem Kurtuluş

http://sallanyuvarlan.blogspot.com/2012/01/emrah-serbes-erken-kaybedenler-erken.html

Uzun süren emeklerim sonucu böyle bir şey yazılmıştır, paylaşmak istedim.

Bayan Arıza'dan Not: Paylaşımın için sonsuz kez teşekkür ederim. Kitabı en kısa sürede edineceğim. Alıntılarından müthiş etkilendim Cem, sağolasın.