Charles Bukowski “Canlılar ve Ölüler İçin Fırtına”

Bayan Arıza tarafından 8 - Ekim - 2021 tarihinde yazıldı.

Yine bir Bukowski kitabını daha bitirmenin sevinci ve hüznü içerisindeyim. Bu adamı çok seviyorum. 1994 yılından beri en büyük hayranıyım. Avi Pardo sağolsun, neredeyse yayınlanmış tüm kitaplarını çeviriyor. Ama biliyorum ki bunun da sonu gelecek.  Neyse ki,  kitaplarını defalarca okumayı da seviyorum. Her okumada da altını çizdiğim yerler oluyor, “tam benlik” dediğim:)

Çeviri: Yine üstat Avi Pardo
Yayınevi: Parantez Yayınları tabii ki
1.Baskı (Ocak 2019)

OKURKEN KENDİME ÇIKARDIĞIM NOTLAR:

güçlü ve müşfik olacağım, her zaman müşfik oldum,
hayvanlar beni dünyanın kenarlarını boyalı kalemle
boyayan bir çocukmuşum gibi severler,
serçeler yanımdan yürüyüp geçerler, sinekler
göz kapaklarımın altında uçuşurlar,
hiçbir şeyi incitmem
kendimden başka,
bu lanet elemde bile
haykıramam;
bu zihnimin içinde bir yazıttan fazla-iz ve deneme
bulvarlarına fırlatılmışım
zar misali
tanrılar ağızlarından güç alevleri püskürtüyorlar
ve ben
ölmemeliyim,
henüz.
(boktum, sayfa:14)

***

yaşlı sarışın pantolon giymiş ve göbeği bel kısmına
baskı yapıyor, kadın diyen tabelanın önünde bekliyorum
ve terliyorum ve biranın katkısının azlığının
sabırsızlığı içindeyim
kutuyu dikip girişe fırlatıyor
ve onunkini de içiyorum, ve diğer vagonda
insanlar yorgun ve sefiller, kayıplarının
düşlerini kuruyorlar yine, koltuklarına yığılmış,
doldurulmuş şeyler,
dünya tarafından bir kez daha
kazıklanmış.
(cehennemde bir tren yolculuğu, sayfa: 22)

***

kızlar alabilirler
ve alacaklar
seni alabilirler
seni Sanayi’nin Kaptanı ya da
bok yiyen birine çevirebilirler,
istedikleri her şeye
(maça götür beni, sayfa: 39)

***

arabamın kapısından dışarı kusmuştum,
hap, şarap, bira ve viski karıştırmıştım.
Cumartesi gecesinin geç bir saati
hayır, Pazar sabahının erken bir saati;
daha fazlasına katlanamazdım; sürekli kendimi öldürüyor,
kodese, hastaneye, kapı eşiklerine, yerlere düşüyordum…
7 dile çevrilmiştim,
çağdaş edebiyat derslerinde okutuluyordum,
yine de bir şey bilmiyordum,
bilmek istemiyordum.
(nasipleneceğim sanmıştım, sayfa: 41)

***

ve beni bir bodruma attılar ve orada 3 gün kaldım
ve çok karanlık bir yerdi ve oradaki herkes deliydi sanki ve bu,
en azından, beni mutlu etti,
(düşkünler koğuşu, sayfa: 43)

***

gecede iki ölümsüz şiir
daha fazlası için
kendime izin vermiyorum.
adil -fazla rekabet
yok.
ayrıca, sarhoş olmak
sonsuza dek dayanmaktan
çok daha güzel.

insanlar bu yüzdem
Shakespeare’den daha fazla
alkol satın alıyorlar…

şişenin boynundan geçip
kaybolmayı öğrenmeyi
kim istemez
düzgün bir biçimde sarılmış
bir Zig-Zag sigarayı
bir kitaba kim yeğlemez?

gecede iki ölümsüz şiir
yeterli…
o yüksek topukluların
kapımın basamaklarında takırdadığını
duyduğumda…
hayatın kâğıttan değil
şimdi olduğumuz şeyden yapıldığını
bilirim; ve onun
vücudu, gözleri, ruhu
odaya
girerken

daktilo şımartılmış ve
harcanmış, fazlasıyla beslenmiş
bir köpek gibi durur…

hayatlarımızın
küçük bir kıvılcımında
birbirimize sarılırız

daktilo
sessizce
ulurken.
(iki ölümsüz şiir, sayfa: 51-52)

***

bankada
90 bin dolarım var
50 yaşındayım
127 kiloyum
bugüne kadar çalar saatin sesine uyanmadım
ve Tanrı’ya
serçeden
daha yakınım.
(gerçek, sayfa: 66)

***

karbon kopya insanlar
giysi ve ayakkabı ve şeyler seçen
karbon kopya insanlar.
binalara girip çıkan,
aynı güneşi
aynı ayı görerek,
aynı gazeteyi okuyarak,
aynı programları seyrederek
aynı fikirleri taşıyarak,
aynı zamanda uyuyarak,
aynı zamanda kalkarak,
aynı karayollarında aynı arabaları sürerek
karbon kopya insanlar
ve karbon kopya çocukları
karbon kopya evlerinde
karbon kopya Noeller ve Yılbaşılar
ve doğum günleri ve hayatlar
ve ölümler
(suda yan, ateşte boğul, sayfa: 81)

***

ıstırabımızdan
bir edebiyat yaratabilirsek

onunla
ne yaparız?

sokaklarda dilenmek mi?

küçük konforlarımdan hoşnutum
bütün diğer
orospu çocukları
gibi…
(muhtemel ölümsüzlükten yan çizmek, sayfa: 84)

***

arkadaşımdan onu düzdüğü için hiç nefret etmedim
ben 5-6 yıl ona yaslanarak uyumuşken
ona yaslanıp uyuduğu için ondan hiç nefret etmedim,
bu da insanın dayanıklılığını gösterir: önce isyan ederiz
sonra bir yumruk yapıştırıp yere serer ve unuturuz.
(baş çalışmaları, sayfa: 126)

***

geçen gün
adamın tekinin
iki çocuğunun içinden
şeytanı kovmak için
onları şömineye bağlayıp
kızartarak öldürdüğünü
okudum.

şeytana inanmak için
önce Tanrı’ya inanmak gerekir
herhalde.

bana “Tanrı” sözcüğünü
büyük harfle yazmam öğretildi
ve kimileri bunu yapıyor olmamın
bir kanıt teşkil ettiğini
iddia edecektir.

bu arada, ısınmak için
şöminemi kullanıyor
ve tartışmaların
dışında kalıyorum.
(agnostik, sayfa: 143)

***

Bahamalar’da rahat bir gece yarısı geçirmeye
ihtiyacım var.
görkemli şelaleler seyretmeye
ihtiyacım var.
ayakkabılarımı bağlaması için
bir kadının parmaklarına
ihtiyacım var.
düşe ihtiyacım var
tatlı mavi düşe
tatlı yeşil düşe
uzun lavanta düşe.
(yavan buhranlarla kemirilmiş, sayfa: 148)

***

dediğim gibi,
tanınmamış bir yazar için
çok tuhaf bir zamandı.
bir gece bana
şöyle dedi:
“Chinaski, şiiri benim için
mahvettin…seni okuduğumdan beri
başka bir şey okuyamıyorum…”
büyük övgüydü, gerçekten, fakat
ne demek istediğini biliyordum.
(demiryollarında çalışıyordum, sayfa: 153-154)

***

bir Pazar öğleden sonra öldü
ve cenazesi Çarşamba günü kalktı;
küçük bir kalabalık vardı; karısı, oğulları,
yakın akrabalar, iki senarist ve
3-4 kişi daha;
otuzlu yıllarda H.L.Mencken tarafından
keşfedilmişti;
basit yalın cümlelerle yazdı,
tutkulu cümlelerle,
mükemmel öyküler ve romanlar,
hayatının geç bir döneminde hastalandı,
kör oldu, iki bacağı kesildi, ve onu
kesmeye devam ettiler, ameliyat üstüne
ameliyat.

hastanede
o yatakta yıllarca kaldı;
döndürülmesi, beslenmesi, altının
değiştirilmesi gerekti,
fakat oradayken
karısına bütünüyle yeni bir
roman dikte etti.
asla pes etmedi; o roman
basıldı.

bir gün ziyaretine gittiğimde
bana şöyle dedi: “biliyor musun, Hank,
sağlığım yerindeyken bir sürü
arkadaşım vardı…başıma bu geldikten sonra
beni terk ettiler,
cüzzamlıymışım gibi.”

ve gülümsedi.

pencereden hafif bir rüzgâr
esiyordu
ve güneş bedeninin
yarısını kaplamıştı.

o arkadaşları onu
hak etmiyorlardı.

büyük bir yazar,
daha da büyük bir insan.

John, kitleler asla
birkaç kişinin sevgisine sahip olmayacaklar-
sana söylemem gerekirmiş
gibi.
(böyle, sayfa: 157-158)

***

dağınıklığı hiçbir zaman seçmedim, kendi gelir
ve yerleşir.

her şeyi olması gereken yere koymaya yetecek
zaman yok -her zaman bunalımlar, kayıplar,
karmaşanın ve güçsüzlüğün
sert matematiği
var.
(bir odam var, sayfa: 165)

***

bir şiir yürümediğinde o sefer yakalayamadığın
içindir.
ya da hiçbir zaman
yakalayamadığın için?

al o sayfayı, çöpe at, sonra
bekle.

fakat daktilonun başında oturma, başka
bir şey yap -televizyon seyret, karına
merhaba de, kediyi
okşa.

her şey kâğıttan
yapılmaz.
(yırt at, sayfa: 187)

***

belki öğrendiğim en kötü numara
katlanmak; yol vermeyi öğrenmem gerek,
bu kuşku uyandırıcı bir şey değil.
(burada olmak, sayfa: 193)

***
yetmişime yaklaşırken
tanımadığım insanlardan mektuplar,
kartlar, küçük armağanlar alıyorum.
tebrikler, diye yazıyorlar
bana,
tebrikler.

ne demek istediklerini anlıyorum;
yaşadığım hayatı hesaba katınca
bu sürenin yarısına geldiğimde
ölmüş olmam gerekirdi.
(tebrikler, Chinaski, sayfa: 201)

***

“Sevgili okur;
Bay Sinatra’ya dair, onu unutalım, fakat
sana şimdi 70 yaşında olduğumu ve bunun
benim için de sürpriz olduğunu söylemeliyim,
fakat kadınların kıçlarına bakmaya dair yazmaya
devam edersem kedimin yerde Sonsuzluğun
sırlarını aklıma taşıyarak yürüyüşünü yazmaya
zaman bulamayacağım yani, bak, bir şeyi
ölümüne yazabilirsin, kitap sattığını keşfettiklerinde
çoğunun yaptığı gibi, fakat ben kitap satmak
için yazmıyorum, ruhumun cesaretini bu Varoluş
denen boklu sularda boğulmaktan kurtarmak
için yazıyorum.
Hemingway’i ele alalım, örneğin, aynı dar çerçevede
yazdı ve sonunda kapandı ve bu ölümünü getirdi.
J.D.Salinger’i ele alalım, patlayıcı gençliğine dair
heyecan verici ve ilginç öyküler yazdı, fakat
yaşlandığında yazacak bir şeyi kalmadı.
tek alanda yazmak ölümdür, çürük şekerleme.
tek çıkış yolu kumardır, zarları tekrar tekrar
atmak zorundasın.
kadınlara gelince, abartılıyorlar çünkü biz
onları abartıyoruz.
bazı kadınların iri kıçlarına dair yazmamı
bekleyemezsin benden.
fakat bu geniş ve bereketli alanı terk
ederken bazı kuşkular yaşadım- çünkü o yazıları
yazarak elime kira parasından fazlası geçerken,
örneğin, bir saman çuvalının içinde debelenen
tek kanatlı bir mavi kuşa dair yazarak
riske girmeye gerek var mıydı?
bırakmak zorundaydım, nedeni bu, kira parasını
ve fazlasını alsam bile bırakmak zorunda
kalırdım.
aslında zengin bir adamın ucuz bir Hollywood
motelinde yaşamasının bir anlamı yok,
çünkü bu orada yoksul bir adamın yaşamasıyla
aynı şey değil.
neyse ki motel kapandı ve o oyunu oynamaya
devam etmesine gerek kalmadı.
ben ucuz pansiyon odalarına dair hikâyelerimi
orada yaşadığım için yazdım.
devam ederiz ve talihliysek yeni konular
buluruz.

tanrım, bu kadar kutsal bir havaya girmek
istemezdim aslında, yazmanın kutsal
bir yanı yok
fakat benim bildiğim en büyük sarhoş
oyunu.
(bir okur şöyle yazmış, sayfa: 208-209, 210)

***

sabahları en kötüsüdür, öğlenleri biraz daha
iyidir ve geceler en iyisidir.
tekrar uyumaya hazır oluncaya kadar
kendini çok iyi hissedersin.

yalnız insanlardan uzak durun çünkü
onlar yalnızdır ve yalnız olmalarının nedeni
insanların onlardan uzak durmasıdır.

yalnız olmayı yeğleyen insanların mutlaka
geçerli bir nedenleri vardır.

en iyi kitap hiç okumadığın kitaptır; en iyi kadın,
hiç tanımadığın kadındır.

insanlar uçmak için yaratılsalardı
kanatlı doğarlardı.
ben kanatsız da uçtuğumu itiraf ediyorum ama
bu doğal olmayan bir eylem, bu yüzden
hosteslerden sürekli içki istiyorum.
(düşünceler, sayfa 214-215)

***

içki mi?
yoksa düşünmek mi?
içmek daha iyi.

iyi ifade edilmiş bir düşüncenin
beklenmedik sihri
insanı ateşten ateşe atabilir,
cehennemden cehenneme.
bütün mesele budur, orada taştan
yana.
(güneşin önünde pes et, sayfa: 227-228)

***

kader sadece biz ona izin verirsek
kahpedir.
öyleyse ışıkları yakalım
ve görkemli bir biçimde acı çekelim-
ağızda kürdan, sırıtarak.
yapabiliriz.
güçlü doğduk ve güçlü
öleceğiz.
(yavaşça akan bu hüzün için bir şarkı, sayfa: 230)