CHARLES BUKOWSKI “Güneşe Uzan”

Bayan Arıza tarafından 21 - Şubat - 2011 tarihinde yazıldı.

:: Okurken altını çizdiklerim ::

+ Hayatta kalmanın hayatta olmaktan çok daha zor olduğunu neden anlayamadıklarını bir türlü anlayamıyorum.

+ Yalnızlarla dolu bir dünyada yaşıyoruz ve yalnızlar zehir dolu. Ben yalnızlık duygusu nedir bilmem. Bir odanın kapısını kapatıp yalnız kalmak hayatımın en güzel şeylerinden biri olmuştur.

+ Atlar, alkol ve daktilo. Bu üçünden herhangi birinin önünü kesen her şey ölümcül benim için, kadınlar dahil, özellikle kadınlar hatta. Kadınlardan ne kadar uzak durursam o kadar iyi hissediyorum kendimi.

+ Siyaset mi? Siyaset aynı kadınlar gibidir; onlara ciddi bir biçimde dalarsan balıkçı çizmesinin altında kalmış solucana dönersin.

+ Sürekli yanlış anlamaya meyilliler için kaygılanıyoruz ama onlar bizim için hiç kaygılanmıyorlar, ya da yanlış nedenlerden ötürü kaygılanıyorlar.

CHARLES BUKOWSKI “Güneşe Uzan”

+ Bir keresinde bir akıl hastanesine gittim, ziyaret için. Oradaki hastalardan biri tanıdı beni. “Charles Bukowski’sin sen, değil mi?” diye sordu. Kitaplarımı okumuştu. Bu yüzden oradaydı belki.

+ Bir yerde bulaşıkçı olarak çalışıp kendine kalan boş ve temiz iki saati sanatına ayıran adamı yeğlerim. Budur çeliği ellerinle bükmenin yolu.

+ Bazı fikirleri kanıtlamanın en iyi yolu ringe çıkıp dövüşmektir, bizim ringimiz de şiirin kendisi tabii ki. Benim çalışma alanım bu. Ringe çıkar ve kendimi yerde bulduğumda hakem ona kadar saymadan kalkıp devam etmeye çalışırım. Şiir yazmanın öğretilebileceğine inanmıyorum, teori rahat ve güvenli pozisyonda olanların oyun bahçesidir. Yazmayı öğrenmenin tek yolu yazmak, yazmak, yazmak ve yazmayı yazmazsan delirecek ya da banka soyacak ya da ölümüne içecek ya da arabanı uçurumdan aşağı sürecek kadar çok istemektir. Yazmak insanı tutsak eder, başka bir şey yapmak söz konusu olamaz. Bunun dışındaki bütün yaklaşımlar yararsız zırvalamalardan başka bir şey değildir. Budur işin özü, bu yüzden de ya iyidir ya da kötü. Arası yok.

+ Sözde dahilerle aram hiçbir zaman iyi olmadı. Özellikle bu sıfata sınavlardan en yüksek notları alarak layık görülenlerle. Bunların beyinleri hazır cevaplarla doludur. Lisedeyken sürekli iftihara geçen bir arkadaşım vardı. İşin sırrı annesiydi. Okuldan eve gelince annesi onu kitapların başına oturtur, yatıncaya kadar çalıştırırdı, o kadar değil belki, ama günde 5-6 saat. Aslında okulun en aptal çocuğuydu. Kitaplardan öğrendiği her şeyi unutmalı insan. Baştan başlayıp gördüklerinden ve hissettiklerinden öğrenmeye bak. Bir de, Disneyland’dan uzak dur.

+ Başkalarına şiirin nasıl yazılacağını öğretebileceğini sanan insanlara gelince; öncelikle insanlık hakkında hiçbir şey bilmiyorlar, sonra da şiir hakkında. Kendilerini değerli hissetmelerini sağlıyor, hepsi bu. Kendilerini değerli hissetmeye ihtiyaçları var, onların hastalığı da bu. Yüz kadar şiir yazdıklarını ve iki ince kitapları yayınlandığı için başkalarına şiirin nasıl yazılacağını öğretebileceklerini varsayarlar. Kitaplarını kimsenin okumaması ya da şiirlerinin sıradan olmanın ötesine geçemeyişi umurlarında bile değildir. Kitapları var yahu! Bir şeyler biliyorlar. Yayınlanmışlar. En kötüleri de şairlerdir. “Şair” sözcüğünü duyduğumda tabanları yağlarım…