Cem Kurtuluş’tan Film Kritiği: Amour (Aşk)

Bayan Arıza tarafından 22 - Aralık - 2012 tarihinde yazıldı.

Yönetmen: Michael Haneke
Senaryo:
Michael Haneke
Oyuncular:
Jean-Louis Trintignant, Emmanuelle Riva, Isabelle Huppert
Süre:
127 dk.
Ülke:
Avusturya, Fransa, Almanya

İki yastık bir yaşantıyı ne kadar ileri götürebilir? Ölüm karşısında ne kadar kayıtsız kalabiliriz, ne kadar ileri gidebiliriz? İşkence çekerek mi ölmeli kısa yoldan kendini ölüme terk etmeli mi insan? Bir hastalık sonucu bir insanın bedensel, diğerinin ruhsal çöküşleri ne ifade eder? Film bu sorulara cevap aramaktadır. Aynı zamanda Çaresizliğin sinemaya uyarlanışıdır. Haneke sinemasına uzak biri olarak filmden sonra okuduğum yazılar filmi izlediğim andan itibaren aynı duyguları vermişti. Dokunaklı, ürkütücü, acımasızca…

Haneke için yapılan yorumlar onun gibi sağlıksız. Onu anlamak için herhalde onun kadar hastalıklı, huzursuz, kafayı yemiş biri olmanız gerekiyor (okuduğum yorumlar da bunu gösteriyor). Böyle yönetmenler her zaman farklı kafada olmuştur. Aldıkları ödüllere şaşırır, çünkü kendi türüne ait bir kitle aramaktadır. Aldıkları ödülleri umursamaz. Sadece kendine ait bir şey yapmak istiyor Haneke. Zeki Demirkubuz kafası gibi düşünün. Ama o kafayı anlamanız için de o psikolojiye girmeniz gerekmektedir. Kısacası sinemada kuralsızlık yaratıyor Haneke.

Filmlerine alışılması gereken yönetmenlerin başında gelmektedir Haneke, ben Amour’dan başlayan biri olarak alıştığımı söyleyemem. Film de depresif bir hava var, bu da yapılan yorumlar doğrultusunda Haneke’nin tarzı. Aynı zamanda Michael Haneke 65. Cannes Film Festivali'nde "Amour" filmiyle "En İyi Film" ödülünü aldı.

Amour’da (Aşk) 80'lerinde emekli ve eğitimli müzik öğretmeni olan bir çiftin hastalıklı mücadelesi anlatılıyor. Depresif bir hava, merhamet, çaresizlik üçgeninde birleşen film ağır şekilde ilerliyor ve bu filmi sıkıcı yapabiliyor ilk başta. Haneke sinemasına alışık olmayanlar için bu tespit.

Filmin başlarında huzurlu bir yaşam sürdüklerini gösteren yönetmen film ilerledikçe bizi ters köşeye yatırıyor. Anne, felç geçirdikten sonra değişik bir ruh haline bürünüyor ve huysuz bir kadın oluveriyor. Böyle olunca kocasına yük olduğunu düşünüyor.

Ne olursa olsun her anlamda yanında olan Georges’un, Anne’ye verdiği umut bir yere kadar sürüyor, sonrasında film izleyicilere geleceği sorgulatıyor. Hayattan hiçbir beklentisi olmayan, kendi haline sessiz bir hayat süren Anne ile onu iyileştirme çabası içinde olan her yolu deneyen bir adam Georges’un hayat mücadelesi. Haneke’nin seyircide yarattığı izlenim duygusallık, hüzünden çok izleyiciyi korkutmak ve ürkütmek oluyor. Bu da Haneke severler için şaşırtıcı olmasa gerek, bilmeyenler için diğer anlamda Haneke ters köşeye yatırıyor izleyiciyi.

Film aynı zamanda aile sevgisini de güzel işliyor. Georges’un kızına annesini ilk başta göstermemesi (Anne’yi odaya kilitlemiştir- bu da bir ayrıntıdır), Anne’nin hastalığı yüzünden kızına görünmek istememesi, kızına  kötü izlenim bırakmak istememesi, Georges’un kimseden yardım istemeyerek kendi işini kendi görmek istemesini açık şekilde gösteriyor. Haneke filmde kaçınılmaz sonumuzun Ölüm olduğunu bizlere hem gösteriyor hem sorgulatıyor.

Georges zaman geçtikçe artık Anne’nin ölümüne hazırlanmaktadır. Filmde iki ayrıntı vardır ki o da güvercinin pencereden sıklıkla girmesi ve Georges’un gördüğü rüya. Güvercin kader anlamında, rüya ise ölümü çağrıştırmaktadır. Ve filmin sonlarına doğru Haneke’ye alışık olmayanların uykusu da gelmiş olabilir, sonlara doğru Georges, Anne’yi yastıkla boğarak öldürüp kendisine fazla işkence çektirmiyor.

Film her yönüyle takdiri hak ettiği kadar izleyiciye kafayı da yedirtiyor. Uzun çekimleri, ağır temposu, beklenilmedik yerlerde ters köşeye yatırması, oyunculuk dersi vermesi gibi faktörleri sayabiliriz. Haneke gibi kafayı yemiş bir heriften de bu beklenir diyebiliyorsunuz.

Haneke ile uçuruma doğru sürüklenmeye hazır olun! Filmi izlediğinizde sadece tokat değil yaşadığınız hayattaki her dakikayı, her saniyeyi, ilerisini düşünmenizin haricinde karın boşluğunuza da sert bir yumruk yiyeceksiniz.

Not: Amour filmiyle Emmanuelle Riva ve Jean-Louis Trintignant "En İyi Oyuncu" ödüllerini almıştır, özellikle Emmanuelle Riva oyunculuk dersi vermiştir Amour’da. Ölüm, hastalık, yaşlılık üzerine izlenmesi gereken dibe çöküşün karşılığını veren depresif bir film. Filmin sonunda Haneke içim "bu adam kafayı yemiş" diyeceğinizden eminim. İzlenmesi tavsiye edilir.