Hüngür hüngür ağlatan bir film izledim. Netflix’e bakınca komedi bile yazıyordu türü hakkında. Hiç böyle harika bir filmle karşılaşacağımı tahmin etmezdim. Gerçekten farklı bir deneyim oldu. Etkileyici, içten, dostluğu anlatan, incelikli bir filmdi.
Filmin başrol oyuncularından biri olan Mark Duplass, aynı zamanda senaristlerden biri. Diğer senarist olan Alex Lehmann da filmin yönetmeni.
Diğer başroldeki Ray Romano da prodüksiyonda yer alıyor. Kendisini uzun yıllar süren “Everybody Loves Raymond”dan hatırlarsınız. Son olarak The Irishman’de izledik avukat rolünde.
Film baştan sona iki kişi arasında ilerliyor aslında. Birbirinin komşusu ve en iyi dostu olan Michael (Mark Duplass) ve Andy (Ray Romano) var başrolde. Altlı üstlü oturuyorlar. Ayrı ayrı işlerde çalışıp akşamları buluşup beraber vakit geçiriyorlar. Başka bir sosyallikleri yok. Yemeği beraber yiyorlar, pizza yapıyorlar, televizyonu beraber izliyorlar (tekvando filmleri). Beraber icat ettikleri “Paddleton” diye bir oyun var. Tenis raketleri ve topla duvara atış yaparak, topu varile sokmaya çalışıyorlar. Eğleniyorlar, geyik yapıyorlar. Film de adını bu oyundan almış tabii.
Sonra Michael’e kanser teşhisi konuyor. Andy ile doktora gidiyorlar hatta. Olay bundan sonra farklılaşıyor. Tüm süreci birlikte yaşıyorlar. Fakat Mark kemoterapi, hastane, tüpler, tedavi süreci gibi bir şeyi tercih etmiyor. Hayatına devam ediyor ve hazır hissettiği anda kendi gitmek istiyor. Bunun için kendisine yardımcı olacak doktoru buluyor, her eczane onu ölüme götürecek ilaçları satmadığı için, 6 saatlik uzaklıktaki eczaneye gidip gerekli ilacları satın alıyorlar. Çok anlatıp filmin büyüsünü bozmak istemiyorum. Ağır ilerleyen ama hiç sıkmayan, çok özel ve farklı bir film yapmışlar. Uzun zamandır böylesi güzel ve samimi bir film izlememiştim. Oldum olası bağımsız filmleri hep sevmişimdir. Gişe stresine girmeden kafasındaki hikayeyi anlatmış Mark Duplass ve Alex Lehmann. İyi ki de biz izleyicilerle paylaşmışlar.