Eyüp Keleş’ten harika bir gezi yazısı: Mevlana Şehri Konya

Bayan Arıza tarafından 8 - Nisan - 2014 tarihinde yazıldı.

Mevlana şehri Konya, her zaman merak ettiğim ve gidip görmek istediğim yerlerin başında geliyordu. Bundan iki sene önce gitmek için niyetlenmiştim fakat kısmet olmadı bir türlü. Askerde tanıştığım Konya’lı arkadaşlarım da olunca hem onları görmek hem de merak ettiğim şehri görmek için bir adım atmaya karar verdim.

Önce otobüs fiyatlarına baktım, 65,00TL civarında olduğunu gördüm. Sonra uçak fiyatlarına baktım gidiş-dönüş 128,00TL’ye Anadolujet’te cazip bir fiyat vardı. Bunlar başlangıç aşamasıydı. Benim için zor olacak kısım ise iş yerinden izin alma kısmıydı. Çünkü Cuma sabah çıkıp Pazar akşam dönecek şekilde program yaptım. Konya’nın küçük bir şehir olmadığını biliyordum.

İş yeri olumlu karşılayınca hemen biletimi aldım. Tabii bunların hepsini iki hafta öncesinden planladım. Sonra konaklamak için bütçeme uygun bir otel aramaya başladım. Asıl sancılı dönem de bu oldu. Neredeyse bütün gün otelleri araştırdım. Bu konuda en büyük yardımcım Booking.com oldu. Çünkü Konya’da bulunan bütün otellerin en basitinden en iyisine varana kadar hepsi orada mevcuttu. Bütçem kısıtlı olduğu için fazla pahalı bir yer bakmak istemedim açıkçası. Hem parayı idareli kullanmak adına hem de otele vereceğim parayı gezmek ve alışveriş yapabilmek için ayırmayı daha uygun buldum.

Otel seçeneği çok fazla olduğu için sanki biraz rekabet var gibiydi. Örneğin Hilton iki gece için kahvaltı hariç 296,00TL isterken Dedeman ve Rixos 448,00TL istiyordu. Bu arada şehir merkezine en yakın yerde olan Hilton’du, diğerleri biraz uzakta kalıyordu. Araştırmalarım sonucunda, çok güzel butik otellere denk geldim, gerçekten de kalınabilecek insanı cezbeden otellerdi. En sonunda bir otelde karar kıldım, iki gece kahvaltı dahil 135,00TL idi. Arkadaşlarıma danıştım “sizce nasıldır burası?” diye; oranın çok kötü bir mahallede olduğunu, sıkıntı yaşayabileceğimi söylediler ve mecburen caymak zorunda kaldım.

Artık yolculuk için az bir zaman kalmıştı ve ben hâlâ otel konusunu halledememiştim. Öğretmen evine bakayım dedim, fiyatları çok uygundu ama odaları hiç beğenmedim. Gitmekten vazgeçmiştim; derken arkadaşım  “TCDD’nin misafirhanesinde kal, orası çok iyi bir yer ve fiyatları da uygun” dedi. Arkadaşım gidip konuşmuş; sağolsun odaların fotoğrafını çekerek bana gönderdi. “Aman Allah’ım” dedim “burası çok iyi bir yer, hemen rezervasyon yapalım” dedim ve konaklama olayını bu şekilde halletmiş oldum. 

Anadolujet her zaman farkını ortaya koyuyor, gerek servis gerekse rötarsız uçuşları olması bu firmadan son derece memnun olmamı sağlamıştır her zaman. 4 Nisan sabah 07:15’te uçağa binip 08:15 civarı Konya Havaalanına indim. Uçak size havadan şehir turu attırıyor adeta. Görecekleriniz sizi sakın şaşırtmasın ve havaalanından dönmeyi düşünmeyin sakın. Çünkü Konya’da neredeyse hiç ağaç yok, evet yanlış okumadınız ağaç yok.

İlk düşüncem “ben nereye geldim böyle, burası resmen çöl” dedim kendi kendime. İndikten sonra çıkış kapısında Havaş servisine binerek şehir merkezine doğru yol aldım. Arkadaşım beni belli bir noktadan karşılayarak konaklayacağım TCDD misafirhanesine götürdü. Misafirhane, tren garının hemen yanında klasik Osmanlı mimarisinde ve yakın zamanlarda yenilenmiş güzel bir binaydı. Odaya eşyalarımı bırakıp daha önceden hazırlamış olduğum listeyi arkadaşıma gösterdim. Listede gideceğim yerlerin isimleri ve Google haritada işaretlenmiş yerleri mevcuttu. Hatta yiyeceğim yemeklerin listesini bile çıkarmıştım.

Öncelikle kahvaltı yapmalıydık çünkü çok acıkmıştım. Meram yolu üzerinde belediyeye ait bir işletmede kahvaltımızı yaptık. Kahvaltı hem uygun fiyatlı hem de çok fazla çeşitliydi. Dikkatimi çeken unsurlardan birisi kahvaltıda ceviz ve kuru kayısı getirilmesiydi. Bir de çayı termosta getirmişlerdi. Ne çayı ne de kahvaltıyı bitirebildik yani, o kadar doyurucuydu.

Oradan ayrılıp ilk istikametimiz olan Mevlana türbesine gitmek için dolmuşa bindik. Konya’da dolmuşlarda sabit ücret 1.75TL. Nereye gideceğiniz önemli değil ücret sabit. Mevlana müzesine giriş 3,00TL ve dışarıda istediğiniz kadar fotoğraf çekebilir, hediyelik eşya satın alabilirsiniz. Hatta orada bulunan yabancı turistlerle bol bol sohbet edebilirsiniz. Galoşları ayaklarımıza geçirip “hadi bakalım” dedik “biz geldik, uzak diyarlardan seni merak edip geldik” dedim ve girdim içeriye. Elimde fotoğraf makinem ve hafiften çalan ney sesi. Tam fotoğraf çekmek için atıldım o da ne? Bir adam bağırıyor “Mr. No photo please” hiç bozuntuya vermedim “aaa okey” dedim. Ama oraya kadar gidip bir kare çekmezsem rahat etmezdim çıkardım telefonu gizli gizli çekeyim dedim ve yakalandım, bu sefer ihtar Türkçe oldu “Beyefendi fotoğraf çekmek yasak”.  Hiç bozuntuya vermedim işimi hallettim ve bir kare dahi olsa fotoğraf çekebilmiş olmanın gururunu yaşadım kendimce.

İçeride Mevlana’nın mezarı, babasının mezarı ve çocuklarının, torunlarının mezarları mevcut. Bir de Hz. Muhammed’e ait olduğu söylenen kapalı bir kutu içerisinde Sakal-ı Şerif bulunuyor. Sadece bayramlarda görülebiliyormuş. Camekânın kenarlarından ufak delikler açmışlar, burnunuzu uzatıp kokladığınızda gül kokusu geliyor. Mevlana müze ve türbesinden ayrılıp Şems-i Tebriz-i Camii ve türbesine doğru yol aldık. Cuma vakti olduğundan cemaat henüz dağılmamıştı orada biraz oyalanıp içeriye girdik. Camii çok sade bir yapıda yapılmış içeride Şemsin kabri mevcut onun haricinde başka bir şey yok. Oradan ayrılıp yolumuz üzerinde bulunan İplikçi Camii’ne gittik. Camii dikdörtgen yapıda tek minareli ve tek şerefeli olarak inşaa edilmiş. Tam olarak sayamasam da camii 36 adet sütün üzerinde küçük kubbelerle desteklenmiş. Alışık olduğumuz camilerin aksine içeride hiçbir süsleme yok. Tamamen sade bir yapı.

İstikamet Aziziye Camii, Konya’da beni en çok etkileyen eserlerin başında geliyor Aziziye Camii. İçerisindeki süslemeler ve barok tarzı görülmeye değer. Camii, Sultan Abdülaziz’in annesi Pertevnihal adına yaptırılmış. 6 mermer sütun üzerinde 3 kubbeli, iki minareli bir camii. İçerinin bol ışık alması için camlar alışkın olduğumuzun dışında daha büyük ve sade yapılmış. İçeride duvar süslemeleri altın varaklı kırmızı, sarı ve mavi tonlarda.

Buradan ayrılıp yakınlarda bulunan Kapu Camiini ziyaret ettik. İçeride cemaat olduğundan fazla fotoğraf çekme imkânım olmadı. Nihayetinde insanlar tepki gösterebilirdi, bunu hiç göze alamadığım için sadece dolanıp girişten birkaç kare fotoğraf çektim. Kapu Camii’nin tarihini çok fazla araştıramadım genel olarak, tek minareli tek şerefeli, mavi çinilerle süslenmiş klasik bir yapı.

Rotamızı yeniden Selçuklu eserlerine çevirip soluğu Karatay Medresesi’nde aldık. Bu yapılara giriş ücretli ama öyle aman aman bir ücret değil sadece 3,00TL alıyorlar. Karatay Medresesi büyük ve işlemeli giriş kapısıyla bizleri karşılıyor. İçeri girdiğimde camii benzeri büyük bir kubbe ile karşılaşıyorum fakat camiden farklı olarak kubbede ışık gelmesi için geniş bir açıklık bırakılmış. Bütün tavan ve duvarlar mavi çinilerle bezenmiş göz alıcı bir ihtişama sahip. Medreselerin hemen hemen hepsinde yüksek, geniş bir giriş ve girişte bulunan küçük bir havuz mevcut. Yan odalarda öğrenciler için eğitim yerleri ve ilk kubbeden büyük olmayan ikinci bir kubbeye sahip büyük bir odaya sahip. Medreseden çıkıp tam karşımızda bulunan Alaaddin tepsine doğru yol alıyoruz. Tepe dediğime bakmayın. Konya tamamen düz bir şehir ve zamanında şehri koruma amaçlı yığma topraklarla bir yükselti yapılmış üzerine de yapılar inşa edilmiş. Birkaç basamaklı merdivenden yukarı çıkıp çay bahçelerinde biraz soluklanıyoruz Konya’ya birazda tepeden bakayım diyorum. Fazla zaman kaybetmemek için molayı kısa tutup Alaaddin Camii’ne yöneliyoruz.

Alaaddin Camii yine klasik Selçuklu mimarisinde dikdörtgen bir yapıda ve tavanı destekleyen çok fazla sütun mevcut. Eğer sütunlara dikkatli bakarsınız içlerinden bazılarının çok farklı olduğunu görürsünüz. Bizans ya da başka bir medeniyete ait sütunları camii inşaatında kullanmışlar. Mihrap ve mihrap üzerindeki kubbede mavi çiniler mevcut. Yine göz alıcı asırlara meydan okuyan biz güzellikle karşınızda duruyorlar. İçeride iki Alman vardı. Bisikletle dünya turu yapıyorlardı. Yaşları 25 ya da 26 belki vardır. Kirlenmişler dökülmüşler ama gezmekten bıkmamışlar. Biraz sohbet etme şansımız oldu kendileriyle. Bizi kendi ülkelerine davet ettiler hatta “birlikte gezelim” dediler ama biz kısa sürede çok fazla yer görme derdinde olduğumuzdan kibarca reddettik bu teklifi. Caminin çıkışından sola döndüğünüzde sizi prizma şeklinde 10 yüzlü yaklaşık 3 metre yüksekliğinde bir  türbe karşılıyor. İçerisinde Selçuklu sultanlarının mezarı var bu yüzden buranın adı “Sultanlar Türbesi” olarak geçiyor. Hemen yanında yine bu yapıya benzer ama ne amaçlı yapıldığını çözemediğim bir yapı var. Bu yapının içerisi boş ve tavan kısmı sonradan koruma amaçlı örtülmüş. Ve bu yapıların hemen önünde su toplama amacıyla yapılmış bir de sarnıç bulunuyor.

Buradan ayrılıp arkadaşımın tavsiyesi üzerine sac böreği yapan bir yere gittik. Açlıktan mıdır nedir bilemedim tam 12 adet böreği iki kişi götürdük. Oturmak iyi gelse de gezeceğimiz yerler bitmiyordu. İstikametimiz İnce Minareli Medrese oldu.

Kocaman giriş kapısı ve taş üzerindeki ince işlemeler beni mest etti. O kadar etkilenmiştim ki daha yakından fotoğraf çekmek için duvardan atladım ve hemen bir güvenlik yanımda bitiverdi meğerse müzenin girişi yan taraftaymış. Biraz utansam da gişeye ücret ödemek için gittiğimde güvenlik “tek bilet alıp ikiniz girin belli ki çok meraklısın” dedi. Neredeyse adamı öpecektim, teşekkür etmekle yetinip içeriye girdik. Diğer medreselerde olduğu gibi büyük ve çinilerle bezenmiş yüksek bir kubbe hemen girişte bulunan havuz ve öğrenci odaları. Birkaç fotoğraf çekip buradan ayrılarak diğer gezi rotamız olan meram bağlarına doğru yola çıktık. Dolmuşla şehir merkezinden 15-20 dakikada varılabiliyor.

Meram, Konya’nın zengin ve elit kesiminin yaşadığı daha çok iki ya da tek katlı villalardan oluşan bir semt. Meram bağlarına geldiğimizde burada bulunan Tavusbaba Türbesi ve camiini gezdik. Tavusbaba hakkında birçok rivayet var artık hangisine inanırsanız. Hemen aşağıda belediye tarafından ıslah edilmiş ve çevresi yenilenerek turizme kazandırılmış dere ve çay bahçelerinin olduğu bölgeye geldik. Yeşillik, doğa ve su sesleri içerisinde çayınızı yudumlayabileceğiniz güzel bir sayfiye yeri. Burada verdiğimiz mola sonrasında artık günü tamamlamıştık saatimiz 19:00’u gösteriyordu. Bir günde bu kadar yeri gezmiş, görmüş ve fotoğraf çekmiştik. Arkadaşımın rehberliği ve bilgisi olmasa tek başıma üstesinden gelemezdim. Merkeze dönüp TCDD misafirhanesinde biraz dinlenip tekrar dışarıya attık kendimizi. Konya’da aman aman mekânlar beklemeyin, disko, bar vb. yerler genelde üniversite öğrencileri tarafından kullanılıyor ve merkezde değiller. Meyhane tarzı yer varsa da hiçbirini göremedim. Starbucks tarzı açılmış olan güzel bir cafede kahvelerimizi içip akşam yemeği için arkadaşımın rezervasyon yapmış olduğu restauranta gittik.

Burada yöresel yemekler olan Bamya çorbası, fırın kebabı ve Höşmerim tatlısının tadına doyulmaz lezzetini tattık. Özellikle “fırın kebabı yemeden geri dönmeyin” derim. Uzun süren pişme süresi sonunda (yaklaşık 6 saat) ağzınızda tel tel dağılan bir et yiyorsunuz. Yapımı zahmetli olduğundan fiyatı da bir o kadar pahalı. 100gr kadar et için 17,00TL gibi bir rakam ödedik.

Akyokuş, Konya’da gördüğüm tek tepelik yer diyebilirim. Buradan Konya manzarası izlemek gayet güzel ve zevkli oluyor. Burada da birkaç gece çekimi yaptıktan sonra misafirhaneye dönerek dinlenmeye çekildik.

Ertesi gün Sille Köyü’ne doğru yola çıktık. Sille şimdilerde köy statüsünden çıkarılıp mahalle konumuna getirilmiş ve Selçuklu Belediyesi tarafından genel çevre yenilenerek turizme kazandırılmıştır. Burada yaptığımız serpme kahvaltının ardından gezimize başladık.

Sille, Selçuklu ilçesinin 8 km kuzey batısında antik bir Rum beldesidir. Mahalle içerisinde çok fazla eski mezar anıt ve kerpiç evler hemen göze çarpıyor. Zaman konusunda kısıtlı olduğumuzdan belli başlı yerleri gezebildik. Bunların içerisinde restore edilmiş olan Aya Eleni KIilisesi vardı. İçeride bulunan duvar süslemeleri ve tarihi dokusuyla mutlaka görülmesi gereken bir yer. Şu an sadece müze görevi gören kilise ilerleyen zamanlarda ne duruma gelir bilinmez.

Buradan ayrılıp hemen kilisenin üst taraflarında bulunan kaya mezarları ve kilisesini ziyaret ettik. Neredeyse tamamen tahrip edilen ve duvarlardaki resimlerin sadece birkaçı görülebilen bir yer. Burada da birkaç fotoğraf çekip bölgeden ayrıldık. Merkeze dönme vakti gelmişti ve arkadaşımın işi olduğundan onunla olan Konya maceram son bulmuş oldu. Vedalaştıktan sonra diğer arkadaşımın yanına gittim. Görmediğim birkaç yer kalmıştı, O’nunla da o yerleri görebilmek ümidiyle tekrar yollara çıktık.

Musalla mezarlığının içerisinde yer alan Gömeç Hatun Türbesi diye bir yeri görecektik. Mezarlığın içinden geçip sonlara doğru ilerleyerek kocaman bir kaidenin önünde durduk. Bu yapı, medrese girişlerinde bulunan büyük kemerli kapılara benzeyen fakat herhangi bir süslemesi bulunmayan, uzunluğu 8-9 metre genişliği 2-3 metre kadar içinde hiçbir şey olmayan bir yapı. Buradan hemen ayrılmak istedim çünkü mezarlığın tam ortasındaydık birkaç kare fotoğraf çekmeye çalıştım fakat her yanım mezar olduğundan ve yapı fotoğraf makinesinin kadrajına sığmadığından zar zorda olsa bir kare çekerek buradan ayrıldık. Yakınlarda bulunan Sırçalı medreseye vardık. Fakat müze olduğu için mi (saat 17:00’ydi çünkü) yoksa tamamen mi kapalıydı çözemedim.

Girişte birkaç kare fotoğraf çekerek buradan ayrılarak tarihi yerler görme gezimi sonlandırdım. Zira iki günde o kadar çok yer görmüştüm ki hem yorgun hem de uykusuz kalmıştım. Benim durumumu idrak edemeyen arkadaşım bana daha fazla yer göstermek istedi ve beni 42 katlı bir binanın tepesine çıkardı. Buradan panoramik Konya manzarasıyla biraz gözlerimizi biraz da midemizi doyurarak ayrıldık. Hem seyir terası hem de  restaurant olarak hizmet veriyor bu mekân.

Konya’da Cumartesi akşamı Mevlana Kültür Merkezi’nde sema gösterisi oluyor. Hayatımda hiç izlememiştim ve bu fırsatı kaçırmak istemedim. Elimde fotoğraf makinesi güzel fotoğraflar çekmek istiyordum ama her yerde olduğu gibi yine yasaklar vardı. Bir şekilde bunun önüne geçebilmek ümidiyle orada gördüğüm fotoğrafçıların peşine takıldım onlar izin alırken bende izin alırım diye. Ama adamlar bir anda ortadan kayboldu. Arkadaşlarıma kızarak beni takip etmelerini söyledim onlarda mahcup bir şekilde beni takip ettiler hemen üst kata çıktık ve gösteri merkezinin olduğu kapıya geldik kapılar henüz açılmamıştı. İnsanlar kapıların açılmasını beklerken birden kapılar açıldı ve herkes bir anda kapıya yöneldi. İyi bir yere oturmamız gerekiyordu, güzel bir açı bulma umuduyla sağa sola bakınırken protokolde oturan fotoğrafçıları gördüm. Hızla onların yanına girdim. Beni flaşsız çekim yapmam konusunda uyardılar onun haricinde hiçbir sıkıntı yaşamadım. Arkadaşlarım içinde yer ayarladıktan sonra sabırsızlıkla İngilizce ve Türkçe açıklamaları dinledik. Ardından başlayan ney ve sema gösterisi ile büyülenmiştim adeta. Sonra fotoğraf çekmeye başladım sürekli sürekli sürekli… derken bir baktım gösteri bitmiş. Kendimi öyle kaptırmıştım ki 150 den fazla fotoğraf çekmiş ve gösterinin zevkini alamamıştım.

Akşam için arkadaşımda kaldım öyle yorulmuşum ki yastığa kafamı koymamla uyumam bir olmuş. Ertesi sabah iki seçenek sundular; ya Akşehir Nasrettin Hoca ya da Kilistra Antik Kenti. Tarihi yerleri ne kadar çok seviyor olsam da Nasrettin Hoca ağır bastı. Araba ile Konya merkezden yaklaşık 1.5 saatlik yolculuktan sonra Akşehir’e vardık. Önceliğimiz Nasrettin Hoca Türbesi oldu. Mezarlığın içerisinde yer alan klasik üstü kapalı bir yapı. Türbenin hemen önünde yerde, “Dünyanın merkezi burası” yazılı silindir şeklinde bir plaka duruyor.

Oradan çıkıp belediye tarafından yapılmış olan Nasrettin Hoca’nın fıkralarıyla tasvirlenmiş heykellerle süslü gülmece parkına gittik. Orada birkaç kare fotoğraf çekip klasik Akşehir evlerinin bulunduğu hem müze hem de cafe olarak hizmet veren bir eve girdik. Evi gezerken öyle huzurluydum ki. Kendimi oraya ait hissettim “keşke böyle bir evim olsa” dedim kendime.

Artık dönüş yolu vaktiydi. Saat 17:00 olmuştu ve en geç 19:00 civarı havaalanında olmam gerekiyordu. Dönüş, gidişten hızlıydı bitmesini istemediğim yol çabucak bitiverdi.

Semadan Konya’ya bakarken “bir daha gelebilir miyim?” dedim kendi kendime. Hiç ummasam da “kısmet” diyorum sadece.

Notlar:

* Konya’da otobüs ve tramvaylarda “El kart” denilen bir kart kullanılıyor. Tek basım 1.35TL.

* Dolmuş ücretleri nereye giderseniz gidin sabit 1.75TL.

* Konya’da yayalar ve araç şoförleri trafiğe çok saygılılar. Herkes birbirine yol veriyor ve yayalar hiçbir zaman arabaların önüne atlamıyor. Trafik levhalarında hep şu yazıyı gördüm: “geçiş önceliği yayalardadır”.

* Türkiye’de birçok il gezdim ancak Konya’da olduğu kadar çok bisiklet yolu görmedim. Bunun yanında el kartınızla herhangi bir yerden bisiklet alıp istediğiniz yere kadar gidip sonra o bölgede bulunan istasyona bisikleti bırakabiliyorsunuz. Bu istasyonlarda hiçbir zaman bekçi sorumlu vb. olmuyor.

* Konya halkı yeniliğe çok açık değil. Kiminle konuşursam konuşayım şu an olduğundan daha farklı bir Konya istemiyorlar. Başı kapalı bayan oranı da bir hayli fazla.

* Konya merkezi üç büyük ilçeden oluşuyor: Meram, Selçuklu ve Karatay. Meram daha çok elit kesimin yaşadığı yer. Selçuklu tramvay hattının olduğu daha gelişmiş daha modern bir ilçe. Karatay ise daha çok alt tabaka insanların yaşadığı bir semt, insanlar burada gezerken çok tedirgin oluyorlar. Arkadaşlarım “cep telefonunu cebine koy, fotoğraf makineni kaldır” gibi bana ters gelen telkinlerde bulundular sürekli.

* Mutfağı çok zengin Konya’nın. “Yemeden dönmeyin” diyeceğim: etli ekmek (Bolu Lokantası’nda), kuyu kebabı, tirit, höşmerim, düğün zerdesi, arap aşı çorbası, bamya çorbası. Tatmazsanız pişman olacağınız lezzetler. Bamyadan haz etmeyen ben iki kase Bamya çorbası içtim.

* Konya’ya Ankara ve Eskişehir’den hızlı tren mevcut. Ayrıca otobüs ve uçakla da İstanbul’dan ulaşım sağlanıyor. İstanbul’dan Anadolujet, Pegasus ve THY günde iki sefer düzenliyor. Şu an kullanılan havaalanı aslında askeriyeye ait ve çok küçük bir havaalanı. Hemen yanına daha modern ve daha iyi şartlarda yeni bina inşaa ediliyor. Havaalanından şehir içi ulaşım sadece Havaş ve ticari taksilerle mümkün. Onun haricinde dolmuş ve belediye otobüsü seferleri yok.

Eyüp KELEŞ