Ex-Misafir Defteri’nden Enstantaneler “Altun Emre’nin Paylaşımları”

Bayan Arıza tarafından 20 - Haziran - 2011 tarihinde yazıldı.

Hava kararırken çıktım sonu görünmeyen sokağa. İlk adımımı atmadan oynamaya başladım çakıl taşlarıyla ayaklarımın arasında. Karar veremedim hangi yöne gideceğime, sağı mı solu mu onurlandıracağıma. Sol daha bir neşeli göründü bulutlanmış gözlerime.

Kirli, küçük çocuklar kararmış elleriyle, yüzleriyle koşuyorlardı top peşinde. Belki geçerken top ayağıma çarpar, onlara atayım derken oyuna giriveririm umuduyla sola yürüdüm. Çocuklara yaklaştıkça yavaşladım. İnanmıştım oyuna katılacağıma, sanki beni görünce beklenen benim gibi oyuna son verip yanıma gelecekler. Neden geç kaldığımı merakla soracaklar. Kirler içinde parıldayan küçük gözlerine sırayla bakarak heyecanlı heyecanlı anlatacağım o anda aklıma gelen geç kalma hikayemi. Sonra yeniden kuracağız oyunu. Oyuncuları seçenlerden biri ben olacağım. Hepsi gözlerimin içine bakacaklar ısrar ve sevecenlikle beni seç diye. Ne güçlü ne de güçsüz bir takım kuracağım. Eşitlik sağlansın istiyorum. Diğer takıma da güçlü oyuncular bırakacağım. İki büyük taş arasından oluşan kalelerimiz eşit büyüklükte olmadığı için kavgaya tutuşacağız. Oyuna başlayacağız kavgadan vazgeçip, ısırır gibi sırıtarak. Kazanmak için, oyun bittikten sonra öbür takıma nispet yapabilelim diye kan ter içinde kalacağız. Akşam yemeği için sofraları hazırlayan anneler, babalarının da eve geldiğini söyleyerek sokaktan koparacaklar çocukları. Tam yanlarından geçerken top biraz ilerimde duruyor. Hızlanıyorum altıgen şekilleri olan topa vurmak üzere. Nereden çıktığını anlayamadığım bir çocuk vuruyor topa, devam ettiriyor oyunu hayallerim de güneşle birlikte yok olurken. Neşeli çocuk bağrışlarının yanından kendi ayak sesimi bile duyamadan geçip gidiyorum sonu görünmeyen sokağa.

Sokak uzayıp gidiyor. Asfalt aynı renk ama çukurlar farklı yerlerde. Ağaçlar değişmiş, sokağa dökülen yapraklar başka. Oturacak yer bakıyorum düşünmekten yorulmuş bedenime. Beyaz boyaları dökülmüş, paslı yerleri açıkta kalmış desenli bahçe demirlerinden birinin üstüne oturuyorum. Ben sokakta ilerledim, sıra zamanda. O da geriye doğru gidecek. Değişim başladı. Hava aydınlanıyor. Öğleye geri dönüyorum. Sarmaşıklarla kaplı binanın bahçe duvarı, pencerenin önünde bir öbek akşam sefası ve yanında mandallarla oynayan küçük bir kız çocuğu var. Bina sararmış, kararmış. Beyaz boyası ufaktan görünüyor eski günlerin anısına. Yanda inşaat var. Kalaslar dolu önü. Kaçak katlar daha çıkılmamış, yalnızca planları yapılıyor. İkinci kata gelmiş işçiler bezgin mi mutlu mu belli değil. Sabahleyin öten güzel sesli kuşların yerini kargalar almış ağaçlarda. Avaz avaz öğleni kutluyorlar. Hem onları dinliyorum hem de işçilere bakıyorum. İnşaatta görünen iki işçi, ikinci katta iki cigara yakmak üzere çömeliyorlar betonları yeni kurumuş yere. Bir an köylerine gidiyor akılları. İkindi zamanı söğüt altı köy kahvesi. Kimisi iskemlede oturmuş kimi de çömelmiş yanık tenli köylüler. Ses seda yok hiçbirinde. Kimi, sevdiğinin geçişini bekler kimi evdeki kadının yaptığı yemeği merak eder. Cigaralarının dumanları akıllarını kaplar, hepsi başka evrenlere dalarlar. Rüzgar eser, söğüt hışırdar ancak o zaman herkes dizine dayanarak kalkar ayağa, taşlı yoldan geçer gider hepsi mayışmış bir gülümsemeyle evlerine. İşçiler geri dönüyor birden ikinci kata. Yaşlı olan kalkıyor önce ayağa, ağzındakini atıyor yere, köyünde olamadığına hırslanıp eziyor iyice. Genç olan kalkıyor ardından. O daha mutlu daha umutlu. Atacakken ağzından bir nefes daha çekiyor içine sevdiğinin kokusunu çeker gibi. Sonra incitmeye korkar gibi atıyor yere, söndürecek kadar eziyor cigarasını. Hangi işi yapmaları gerektiğini konuşuyorlar bağırır gibi. İkisi de işlerine koyuluyorlar, bugün inşaat bitecekmiş arzusuyla.

Bir kedi yaklaşıyor ayaklarıma, işçilerin cigara dumanından geçmiş gibi. Herkes ona duman dermiş, rengi dumanmış gibi. Bacaklarıma sürünüyor yumaşacık tüyleriyle. Rahatlatıyor, onun gibi mayışmamı istiyor adeta. İstediği de oluyor. Paslı demirin üzerinde gözlerimi açamayacak duruma geliyorum. İnşaatta gürültü başlıyor. Bilmem ki nerelere çivi çakmaya, hangi duvarları delmeye çalışıyorlar. Nedense öğle vakti nereden çıktı bu ?tartartar? ses demiyorum. Gözlerim kapalı yatıyorum elma ağacının altında. Rüzgarın hafifçe salladığı hamak, beşik oluyor bana. Gürültüyü duyuyorum. Söylemem gereken bir sözcük var, duyumsadıklarım üzerine ama bulamıyorum onu. Sözcüğü boş verip, gözlerimi açıyorum. Yaprakların arasından girmeye çalışıyor güneş ışıkları gözlerimi kamaştırmak için. Kamaşmasa da gözlerim uyum sağlamak için kamaşmış gibi yapıyorum. Elma ağacının dalı gelmiş yanıma kadar. Böyle bir kibarlık, misafirperverlik geri çevrilmez diyerek koparıyorum hiçbir yerde görmediğim renkteki elmasını. Olabildiğince temiz, olabildiğince saf. Üstüme temizleyeyim bile demiyorum. Isırıyorum, arayıp da bulamadığımız saflıktaki elmayı. Ekşi tadı dönüyor ağzımın içinde. Yere bakıyorum hamağın kare şekilli ağları arasından. Karıncaları görüyorum, bir o yana bir bu yana koşuşturup çalışan. Elmayı seveceklerini düşünerek yanlarına bırakıyorum usulca. Rahatsız etmeyen gürültü devam ediyor hâlâ. Aradığım sözcüğü buluyorum. Huzur. Güneşli bir öğle vakti tanımı gibi geliyor kulağıma. Mayışıklığımı atıp üzerimden açıyorum gözlerimi paslı demirin üzerinde. ?Tatlı kedi, huzurlu düşler? diyerek kalkıyorum yerimden.

Devam ediyorum sokakta ilerlemeye, zaman inatlaşıyor benimle. Vazgeçiremiyorum geri gitmek isteğinden. Biraz yürüyorum, sabah oluveriyor. Orta yaşlı bir kadın görüyorum önünden geçtiğim binada. Birinci katın balkonunda, saat onu bir geçerken gazetesini okuyor. Yanından ayırmak istemediği bir tanecik çiçeğiyle. Onun yerine geçiyorum. Bir şekerli, karanfilli çayımdan içiyorum. Gelen sesten yavaşça birilerinin yaklaştığını fark ediyorum. Patates soğan satan adam geçiyor kamyonetiyle. Uzata uzata tekrarlıyor durmaksızın patates soğan sözcüklerini. Bir süre sonra karıştırıyor sözcükleri, birinin sonu diğerinin başı oluyor. Kamyonetinin arkasında geçim kaynakları ve bir çocuk. Gelişme çağında henüz. Oğlu mu yeğeni mi bilinmez. Pencerelerden bağıran kadınlara o yetiştirmeye çalışıyor akşamki yemeklerini. Arada gözüm bir onlarda bir felaket habercisi gazetede. Patates soğan seslerine çim biçme makinesi sesi katılıyor. Sesinden rahatsız olacağım derken kokusu varıyor burnuma. Çim biçildiğinde çıkan koku, yağmur yağdıktan sonraki ferahlık gibi. Evlerini toparlamaya çalışan kadınlar görünüyor arada bir camlarda. Ev kıyafetleri üstünde hepsinin, bir teki bile pijamalı değil. Orta yaşlı kadını, karanfilli çayı, balkonu bırakıp, sonu olmayan sokağa geri dönüyorum.

Yine yürüyorum. Hiç bitmeyecekmiş gibi geliyor. Sabah serinliği var. Hafif bir ürperti oluşuyor yürürken. Sokağın ilerisinde neler olacağını düşünmeye çalışıyorum olmuyor. Koca bir gün geçti tek bir sokakta. Hem de zaman geriye aktı. Garip buluyorum bunu. Galiba korkuyorum başka şeylerin de garip olacağından. Yürümekten yorulmuş, artık halim kalmadığını düşünürken tanıdık bir yere geliyorum. Sokağa çıktığım, her şeyin başladığı yere.