Donnie Darko

Bayan Arıza tarafından 6 - Ekim - 2010 tarihinde yazıldı.

EsKaTaLoGyA'dan Donnie Darko

Oldum olası bağımsız sinema ilgimi çekmiştir.Aslında ilgimi çeken tüm filmleri zevk ile izlerim ister bağımsız olsun ister olmasın.Ama hakkını vermek gerekir ki bazen bağımsız sinemaların bütçeleri milyon dolarlarla ölçülen yapımlara kafa tutacak kıvamda.İşte tam bu esnada karşımıza çıkan filmlerden biride Donnie Darko (Karanlık Yolculuk).İtiraf etmek gerekirse korku gerilim filmlerinden pek hazlanmam.Çok mecbur kalmadıkça da izlemem ancak bu film gerçekten insanı geriyor.Ancak bu germe olayı öyle her zaman klişe olmuş korku/gerilim tarzı değil.Anlaşılmaz bir hissiyatın içine giriyorsunuz.Tuhaf bir başlangıç ve sonu bilinmeyen gerçeklere doğru, geçmiş ve geleceğin birbirine karıştığı Donnie ile birlikte fantastik ve bir o kadarda hikaye olarak karanlık bir dairenin içerisine kendinizi attığınız bir yolculuk bu.Karanlık bence bu hikaye için biraz karamsar.Çünkü Donnie bu yolculuğu karamsar bir yüz ifadesi ile değil tamamen gülünç bir hadiseymiş gibi algılıyor….

Film 2001 Yapımı.Filmin ilginç özelliklerinden biri filmin tanıtımını yapan sitelerde genellikle film türü olarak Bilim-Kurgu/Fantastik yanında DRAM olgusunda eklemeleri.Çünkü gerçekten Donnie nin hikayesi yer yer dramdan farksız.Donnie öyle bir ruh haline bürünüyor ki bazen gerçekten sizi geriyor ve olabildiğince kasıyor beyninizi.Filmin hikayesine gelince…

Film seksenlerin sonlarda geçiyor.Donnie 16 yaşında ve bazı gerçek olmayan görüntüler görüyor.Özellikle tavşan kostümü giymiş bir adam ile yüz göz oluyor adeta.Zamanla tavşana ayak uydurup peşinde sürükleniyor.Zaten çevresiyle olan sorunları yüzünden kendini dışlanmış hisseden Donnie esrarengiz arkadaşının peşinden izini sürüyor…

Hikaye olarak çok iyi düşünülmüş ve kurgulanmış bir yapıya sahip film.Bazen Donnie ile birlikte yürüyor hissediyorsunuz kendinizi ki öyle can alıcı sahneler ve anlatımlar var ki gerçekten BUDUR ABİ cinsinden.Örnek vermek gerekirse;

Filmin hemen başında tipik bir amerikan ailesinin gayet rahat tavırlarla yemek yiyip,önemli meseleleri bu ortamda konuşmalarını,hoşlarına gitmeyen bir şeyi duyunca ağızlarına götürdükleri yemeği bir anda geri çekip,sonra aman neyse canım tavırlarıyla tekrar ağızlarına götürdüklerini görünce aslına bakarsanız korktum o klişe filmlerden birini izliyorum diye AMA peşinden aynı sofrada Donnie’nin kardeşine '”Fuck Asshole' demesi öyle tipik bir amerikan filmi izlemediğimi hatırlattı bana.

Filmin sonlarına doğru Donnie'nin verdiği partide Gretchen'la merdivenlerden indiği sahnede çalan The Church'un “Under The Milk Way' adlı şarkı.Bu şarkının filmin o anki ortamına ne kadar yakıştığını izlemeniz gerekir.

Ve tabi ki damardan enjekte edilen şu replik ;

DONNIE : Neden sürekli o aptal tavşan kostümünü giyiyorsun?
FRANK : Sen neden sürekli o aptal insan kostümünü giyiyorsun?

Dünyanın sonuna 28 gün 6 saat 41 dakika 26 saniye var deyimi gerçekten şaşırtıcı.Sizde zamanla beraber ilerliyorsunuz film boyunca.

Filmi unutulmaz yapan bir özellik var ki anlatmam lazım.Filmin iki çıkış noktası var.Ya Donnie ölecek ya da Gretchen.Donnie sonuçta yine ikisi arasında bir seçim yapmak zorunda kalıyor,basit bir seçimmiş gibi.. Aslında işin böyle olmadığı apaçık.Ne olurdu geriye dönüp yine kurtulsaydı da sevgilisinin ölümünü başka türlü engelleseydi.Ne olurdu diyor insan ama eminim ki bu kadar etkileyici olmazdı, güzel ve tatmin edici bir film olurdu.Herkes mutlu olurdu.Ama bir süre sonra unutulur giderdi.O çok iyi bildiğimiz klişe sondan kurtulamazdı film ve öylece devam ederdik hayatımıza.Sonu bilinenlerin aksine bitince insan bir daha izlemek bir daha izlemek defalarca izlemekten kendini alamıyor.

Bir diğer önemli nokta da aslında hayatı biraz daha etraflıca düşünmeye başladığımızda yada normal yaşantımız içerisine"Hayal ve Ümit"kavramlarının fazlasıyla eklediğimizde hayat hep acımasız yüzünü bize gösteriyor.Bu bağlamda Donnie’nin son sahnedeki o alaycı gülümsemesiyle birlikte yataktan doğrulmamayı seçmiş olması tam bir "seçmeme" özgürlüğünü kullanmaktır..Donnie hayatımızın bir köşesinde duran ve hüzünlü olduğunu bildiğimiz bir yönümüz belki.Sondaki Gretchen tarafından hiç tanınmamış olmak da acının somutlaştırılmış hali belki de!

Filmde ağır bir kadercilik anlayışı hakim.Filmi belki de bu kadar güzel yapan bu çok yönlülüğü ve üstü kapalılığı; bir şeyler anlatıyor ama mesaj çıkarmak size kalmış.

Yönetmen bir David Lynch kombinasyonu oluşturmuş bence çok da başarılı olmuş.Özellikle Lynch’in

"Herşeyin ne anlama geldiğini ya da nasıl yorumlanacağını bilmemek daha iyidir, çünkü aksi takdirde olayları kendi akışına bırakmaya korkarsınız. Psikoloji, gizemi ve büyü niteliğini yok eder. Anlamlardan konuşmak beni çok rahatsız ediyor. Çünkü anlam çok kişisel birşeydir ve herkese göre değişir…" sözünden çok fazla ilham aldığını söylemeden geçemeyeceğim.

Filmde sözü edilen Paralel evren teorisi hakkında Hawking'in bir kitabında şöyle deniyor; "Hiçlik" ile "Varlık" arasındaki geçiş anının aydınlatılmasının, "Tanrı'nın planı"nı ortaya çıkarmak anlamına gelmektedir.”Donnie aslında Tanrı’nın planını bozmaya çalışıyordu desek hiç de yabana atılmayacak bir iddiada bulunduğumuz söylenebilir.

Dipnot alarak belirteceğim hususlar ise Yönetmen Richard Kelly'nin ilk profesyonel yönetmenlik denemesi olan filmin senaryosunu lisedeyken yazması ve filmin resmi sitesinin (www.donniedarko.com) tüm zamanların en iyi web sitesi ödülünü almasıdır.

Follow Donnie Darko
 

1 Cevap bulunuyor.

  1. EVREN ÖZER dedi ki:

    eski bir dosttan 🙂 inceleme 

    artık bu adresteyim de 

    http://www.turkcealtyazi.org/member/163048.html

    7. Koğuştaki Mucize

     

    En sonunda söyleyeceğimi en baştan itiraf edeyim,ağladım,ağladım,ağladım…

    Daha önce de böyle bir ruh haline bürünmüştüm o da bir Japon animasyon filmi olan Ateş Böceklerinin Mezarı filmiydi…

    O filmin yorumuna da şunu yazmışım zaten;
    ‘’setsuko…hiç unutmayacağım belki bu ismi…hele o küçücük sesin kulaklarımdan hiç çıkmayacak…bir abi ve kardeşin hüzün dolu hikayesi…mendilinizi hazırlayın…müzikleri ile beraber gözyaşlarınızı tutamayacaksınız…bir çocuğun savaştan değil açlıktan ölmesi asıl zoruma giden…setsuko….her zaman kalbimdesin…’’

    Tamam bu Uzakdoğuluların özellikle de Güney Korelilerin çok tırışka filmleri oluyor da bazen öyle cevherler çıkıyor ki kendi tarzında tavan yapıyor…

    Genellikle filmleri eşimle beraber izlerim ama ne hikmetse(!) bu filmi izlemeye başlayınca 8 yaşındaki kızım da dedi ki ‘’Appa,bu filmin afişinde –ki internet açıktı- küçük bir kız var bende sizle izleyebilir miyim?’’ dediğinde ‘’Olur’’ dediğimde tehlikenin farkında değildim ama artık çok geçti…
     

    Konusuna gelince ; 

    6 yaşlarındaki kızıyla muhteşem bir uyum içinde yaşayan zihinsel engelli bir baba'nın, bir kız çocuğunun ölümünden sorumlu tutulması,ölen kızın başsavcının kızı olması nedeniyle şiddet kullanarak imzalatılan ifade ve atılan iftira sonucu idamla yargılanması,hapiste yaşadıkları, yargılanma süreci,baba-kız ilişkisi merkeze alınan bir film…

    O kız her ‘’Appa’’ dediğinde kalbimi aldı parçaladı,döktü yerlere,gözlerim doldu,kızıma sarıldım…benim adım sam ve benim adım khan'dan sonra başrol erkek oyuncusundan gördüğüm çok iyi bir performans vardı.Özellikle uçan balon sahnesinde babanın tüm zihinsel problemlerinden arınmış (konuşma biçimi de dahil olmak üzere) bir şekilde karşımıza çıkması o küçük kızın hayalinin ne kadar naif ve günahsız olduğunun açık kanıtıydı.Aslında biz küçük bir kıza değil kalbi iyiliklerle dolu küçük bir kıza ağladık…

    7 numaralı hücrede bir koğuş takımı var ki evlere şenlik,her türden adam var.Hepsinin hayatının filmin belirli yerlerinde nerelere taşındığını görmek ayrı bir keyif ayrı bir tattı…

    Aklımda kalan sahneler ;

    – Finale yakın okuma/yazma sahnesinde muhteşem kapışma beni benden halde,gülmekten kırıldık.

    – Gardiyanın kapının aşağısından baktığı,küçük kızın saklanabildiğini zannedip mutlu mutlu baktığı sahnede arkadan müdürün belirmesi ancak kızın bunu fark etmeyip gülümsemeye devam etmesi.

    – Finaldeki yardım çığlığına hiçkimsenin cevap vermemesi,verememesi…

    Aslında o yardım çığlığını duyan herkes babayı ve kızını tanıyordu üstelik adamın da suçsuz olduğunu biliyorlardı.Modern yaşamın ve vahşi kapitalizmin bazen ne denli acımasız ve insanlık dışı olabileceğini,toplum karşısında bir bireyin nasıl da sistemsel olarak çaresiz bırakabilineceğini yönetmenin burda özellikle parmak bastığı kanaatindeyim.Ayrıca iade-i itibar davasında polis şefinin ceza almaması da şu gerçekliğe bir atıf;

    ‘’Adalet diye bir şey yok olsa da geç gelen adalet adalet değildir!’’

    Afiş ayrı güzel,müzikler ayrı güzel,hikaye çok orijinaldi.Bir yandan adalet sistemine isyan ederken bir yandan da bir aile dramına şahit oluyoruz.Film boyunca akli dengesinin yerinde olmadığı bir bireye sırf birileri tatmin olacak diye ceza vermeye çalışanlar finalde vicdanları ile başbaşa kaldılar ve bu hal onlar için bir açmazdı,vicdan ile adaletsizlik arasındaki kısırdöngü…işte içinden çıkamadığımız bu kısırdöngüye aptal aptal gülüyoruz bazen çünkü elimizden hiçbirşey gelmiyor,sinir oluyoruz tüm o tebessümlerde o sinir harbinin ruhumuzdaki dışavurumları bedensel ifadesi adeta….

    Görüntü yönetmeni de ayrı bir aura katmış filme,yavaş çekimler,fotoğrafik görüntüler,can alıcı sahnelerdeki ustaca açılar ve damardan zerk edilen dram akışı gerçekten çok iyi yansıtmış bu havayı…

    Umarım bu senaryoyu Yeşilçam veya Hollywood sineması farketmez,uyarlamaz çünkü filmin bir dokusu var ancak bu insanlar oynarsa o doku tutar diye bir hissiyatın içindeyim.Tüm karakterler öyle cuk oturmuş ki sanki başkaları bu filmi kotaramaz gibime geliyor… 

    Asıl üzüldüğüm nokta ; herşey aslında bir ‘’Sailormoon’’ çanta yüzündendi ya!…