Charles Bukowski “Ölüler Böyle Sever”

Bayan Arıza tarafından 24 - Şubat - 2011 tarihinde yazıldı.

Bazı cümlelerin altını çizdim okurken. işte altını çizdiklerimden bazıları:

* Beynim kaderime isyan ediyordu ve bu isyanı bastırmanın tek yolu içmek, içmek ve içmekti.

* Adamın yüzü birşeye benzemiyordu, hiçbir yeri bir şeye benzemiyordu.

*
– Şarapçıları kimse anlayabilir mi acaba?
– Şarapçılar sadece.

* Paran yoksa kanun işlemiyordu.

* Ekonomik açıdan bakınca yarıklı doğmanın kamışlı doğmaktan çok daha karlı olduğu tartışılmazdı.

*
– Çıkmaz kan lekesi! ASLA!
– Onun kanı!
– Ne önemi var! Kan bu! Çıkmaz!

* Aşk yoksa cinsellik bir hiçtir. Cinsellik ancak taraflar arasında duygu varsa anlamlı olabilir.

* Kadınlar delidir-

* Ölüme biraz daha yaklaşmış gibi görünüyordu.

* Binlerce akşamdan kalmalığın ve trajedinin izlerini taşıyordu yüzü.

* Dawn’a baktım. Genç ve güzeldi. Ruhu var gibi görünüyordu ayrıca. Aşk hayatında neden hüsrana uğramıştı acaba? Ama aşkı ıskalamanın binbir yolu vardı.

* Günde üç-dört kez sıçardı, yapacak başka birşey bulamadığı için. Üç-dört kez banyo yapardı yapacak başka şey bulamadığı için. Aynı nedenle sarhoş da olurdu.

* Acı, beni ikinci bir ten gibi sarmış.

charles-bukowski

* Dünya kokuşmuş.

*
– Savaşa inanıyor musun?
– Hayır.
– Savaşa gitmeye hazır mısın?
– Evet.

* Boru çalan biri tarafından uyandırılmak istemiyordum. Arkadaşlık edip çarşı izinlerinde birlikte içki içeceğim, ranzamda sırt üstü uzanıp gülünç olmayan, aşikar ve belden aşağı fıkralarını dinlemek zorunda kalacağım bir grup gürbüz abaza amerikan futbolu hastası besili otuzbirci sevimli korkak pembe tenli osurukçu Amerikalı ile aynı barakada yatmak istemiyordum. Askeriyenin insana batan battaniyelerini, üniformalarını ve insanlığını istemiyordum. Onlarla aynı yere sıçmak, aynı yere işemek, aynı orospuyu paylaşmak istemiyordum. Ayak tırnaklarına bakmak veya eve yazdıkları mektupları okumak istemiyordum. Tek sıra yürürken önümde kıçlarını görmek istemiyordum. Arkadaşlık kurmak istemiyordum, düşman edinmek istemiyordum. İstemiyordum işte, ne onları, ne de yollarını. Öldürmenin veya ölmenin fazlaca bir önemi yoktu.

* Beni tanıyan herkesin size söyleyeceği gibi, makbul biri değilim. Kötü adamı sevdim hep, kanunsuzu, hergeleyi. İyi işleri olan sinek kaydı traşlı, kravatlı tiplerden hoşlanmam. Ümitsiz adamları severim, dişleri kırık, usları kırık, yolları kırık adamları. İlgimi çekerler. Küçük sürpriz ve patlamalarla doludurlar. Adi kadınlardan da hoşlanırım; çorapları sarkmış, makyajları akmış, sarhoş ve küfürbaz kadınlardan. Azizlerden çok sapkınlar ilgilendiriyor beni. Serserilerin yanında rahatımdır, çünkü bende serseriyim. Kanun  sevmem, ahlak sevmem, din sevmem, kural sevmem. Toplumun beni şekillendirmesinden hoşlanmam.

*
– İyi de, içiyorsun. Ona aşıksan içkiyi hemen bırakman gerekir. Şu an.
– Haklısın, bu içkiyi lavaboya dökeceğim.
– Melodramatikleşme, bardağı bana vermen kafi!

* Dört duvardı önemli olan. Dört duvarın varsa bir şansın vardır. Sokağa düştün mü o şansını da yitiriyordun, teslim oluyordun.

* Ben ayyaşım, sürekli içerim.

* Hiç kalkmadan koltukta saatlerce oturuyordum, işemek ve sıçmak büyük bir çaba gerektiriyordu.

* İntihar düşüncesi hep vardı. Güçlü, bileğinin iç kısmında dolanan karıncalar gibi. İntihar dışında her yol olumsuzdu.

*
– Göt gibi konuştun yine.
– Götün tekiyim ben zaten.

* Pilota, “korkuyorum” dedim, o da bana “ben de” diye cevap verdi.

* Yazar olmanın çeşitli yolları vardı oysa. Bir süre yazarsınız ve başka yazarlar tanırsınız. İyi ve kötü yazarlar. Ve hepsinin teneke ruhlu olduklarını keşfedersiniz. Onlarla aynı odada bulununca anlıyordunuz bunu. Büyük bir yazar beş yüz yılda bir geliyordu ve o sen değildin ve onlardan biri olmadığı da kesindi. Boku yemiştik.

* Benim konularım bira içmek, at yarışları ve senfonik müzik dinlemekten ibaretti. Eksik bir hayat olduğu söylenemezdi ama hayatın tamamı da değildi.

*
– İnsanlar ümitlerini yitirmemek için entellektüelleşirler.
– Korktukları için entellektüelleşir insanlar, ümitlerini yitirdikleri için değil!

* Son azizleridir bu dünyanın kaçıklar ve ayyaşlar.

* Bir şiir dinletisi sunmak üzere San Francisco’ya uçuyorum. Adım Henry Chinaski, şairim. Derinim. Muhteşemim. Taşak. Evet, doğru, taşaklarım muhteşemdir.

* Kızılderililerin toprağını çalmışız.

* Şiir okumadan önce mutlaka kusarım. İyiye işarettir. İyidir uçurumun kenarında olmak. ( bence not; “uçurumun kenarında oturuyoruz” der Thom Yorke “Lucky”de…)

* Yevtushenko’dan beri görülmemiş bir kalabalık…Sahneye çıkıyorum. Muhteşemim. Muhteşem Chinaski. Arkamda bira dolu bir buzdolabı var. Buzdolabını açıp bir bira alıyorum. Oturup okumaya başlıyorum. İki dolar ödemişler giriş için. İyi insanlar bunlar. Kimi ilk bakışta nefret dolu görünüyor. Üçte biri benden nefret eder, üçte biri bana bayılır, diğerleri kararsızdırlar. Nefreti artıracak birkaç şiir var yanımda. İyidir nefret, insanın aklını başında tutar.

* Tutkunun canı cehenneme!

* Bir kadınla geçinmenin yolu yoktur.

* Uçuş boyunca sürekli içip hüznün tadına varıyorum, dedikleri gibi. Acı olmazsa şair ne yapar? Daktilo kadar elzemdir şair için acı.

* On-beş yirmi yıldır basurdan çekerim; ayrıca ülserden, karaciğerden, çıbanlardan, evhamdan ve deliliğin çeşitli türlerinden, ama hepsinin birlikte bastırmayacağı umudu ile yaşamaya devam edersin.

* Televizyona tahammülüm yok! İnsan ırkına tahammülüm yok!

* Lanet ruhumun çukurunda yayılan ben…