Cem Kurtuluş’tan kitap incelemesi: George Orwell “1984”

Bayan Arıza tarafından 24 - Temmuz - 2012 tarihinde yazıldı.

Kitabın Adı: 1984

Basım Tarihleri: 1984, 1989,1994,1999, 5.Basım 2003

Kapak Düzeni: Semih Özcan

Yayın Yönetmeni: İlknur Özdemir

Düzelti: Nurten Sönmezcan

Kitap Çevirmeni: Nuran  Akgören

Sayfa Sayısı: 250

George Orwell, çoğu kişinin 1984 adlı romanıyla tanıdığı yazar. 1984;  kitabının önsözünde dediği gibi  ‘ Orwell’ın sanatının tacıdır ve kuşku götürmez biçimde,dikenlerden oluşmuş taçtır bu.”  Kitabın önsözünün dikkatli okunması gerektiği kanaatindeyim.  Bu önsözde yer alan diğer önemli sözlerden biri kitapta şöyle yerini alıyor. ” Orwell’a göre özgürlük, yazıyla ilintilidir ve özgürlüğü yok etmek isteyen bürokratlar kötü konuşur, kötü yazarlar; anlamın , bütün anlamın kaybolduğu cümlelere sığınırlar. Her yurttaşın, özellikle de gazetecilerin görevi, bu tür cümle ve sözcükleri yakalayıp bunlara karşı savaşmaktır “

Dünyada küçük balıkları yutanlar, medyayı kendi tarafına çeken paralı patronlar, bir emrin altında çalışanlar, çıkarlar,  menfaatleri ile patronların sözünden çıkmayanlar, gizlice kameranlar tarafından izlenen insanlar. Tuvalette, banyoda, yatakta, sokakta, evde, aklınıza neresi geliyorsa…

George Orwell ” 1984″  kitabında  bizi umut ile korku arasında bir yolculuğa çıkarıyor. Kendi dünyasını kuruyor, bu dünyanın içinde kaybolmamızı istiyor.  Kitaba dönecek olursak; kitapta konu 3 süper devlet üzerinde geçiyor. Okuyucuya kitap 3 bölüm şeklinde aktarılıyor.  Özgür düşünceyi kaldırmak için her şeyi yapan anlayış her tarafa yerleştirilmiş durumda, tele ekranlar ve mikrofonlar tarafından insanlar sürekli izleniyor.  Bu düzen içinde yaşamaya çalışan Kahramanımız Winston Smith. Kitap bize Winston Smith’i  partinin çıkarları doğrultusunda çalışan biri olarak tanıtıyor. Kitabın ilk bölümünde Winston Smith’in  neler yaptıkları anlatılıyor okuyucuya.  Winston en büyük suçu işleyerek  partideki kuralların dışına çıkarak devleti yönetenlerin tarihle oynadıklarını, insanları kandırdığını düşünüyor.

Partinin kurallarına göre bir fahişeyle ilişkiye girmek yasaktır. Asıl amaç cinsel ilişkiden zevki kaldırmaktır. Evlilik ya da başka bir şey cinsel ilişki hayatlarından kaldırılacaktır.  Her şey partinin isteği doğrultusunda olmak zorundadır. Burada Orwell kendi dünyasını yaratıyor. Günümüzde düzenin aynı işlediğini Orwell bize kapalı bir üsluple anlatıyor.

Partide gerçek bir aşk ilişkini düşlemek  olanaksız, buna kalkışan en büyük cezaya çarptırılmaydı. Kitapta bu kısım şöyle anlatılıyor;

” Tüm kadınlar, partinin amaçladığı gibi ulaşılmazdı. İstediği, sevilmekten çok, ömründe bir kez de olsa bu erdem duvarını yıkmaktı. Cinsel eylem, eğer başarıyla yerine getirilirse başkaldırmak demekti. Birisini istemek bir düşünce suçuydu…” 

Partideki kadınların hepsi aynı. Her şeyin baş kahramanı Winston Smith. Winston Smith, Londra’da oturani Okyanusya’nın propaganda fabrikası hakikat vekaletinde çalışan vasat zekalı memurdur. Daha önce verilen bilgiler Winston’un parti içindeki göreviyle alakalı. 1984’ü  okuduğumuzda karşımızda Londra’yı buluyoruz.  Kitabın başlarında ” Savaş Barıştır, Özgürlük Köleliktir, Bilgisizlik Kuvvettir “ sözleri kitabın başlarından itibaren hafızamızda yerini alıyor.  Kitabın başlarından itibaren Kahramanımız Winston Smith’in neler yapacağını gözlemliyoruz.

Parti’nin hemen hemen efsanevi düşmanı karşı ihtilalcı ve partinin bütün askeri,ekonomik başarısızlıkların sebebi olarak gösterilen Emmanuel Goldstein ‘in perdede görünmesiyle salondakilerin nefreti zirveye erişir. Goldstein, yarı mistik bir adamdır. Büyük Birader ismi parti için  büyük önem taşır. Herkes emirleri ondan alır, kimse ona karşı gelemez, karşı geldiği takdirde en ağır cezayı alır. Korku imparatorluğu arası mekik dokumalar işlemden geçirilir.  Aynı zamanda Büyük Biraderin yüzünü gören yoktur,Salondakilerin nefreti arttığında Golstein’a lanet okur ve küfür ederler.

” Büyük Birader ” (Big Brother)  ismi çeşitli ülkelerde kavramsal olarak kullanılır, burada anlatılması istenen Büyük Biraderin bir korku imparatorluğu yaratması, ve diktatörlüğüyle bütün insanları susturma isteği.. Romanın bu bölümünde Winston’un karıştığı mevzuların nasıl olduğunu anlamak için şu alıntıyı paylaşmak uygun olur. Sadece Winston ile ilgili değil, Büyük Birader’in tek söz sahibi olduğu bir yeri çok iyi anlatan sözler desek de kabul görür.

” Tutuklamalar her zaman gece yapılırdı. Uykudan, ansızın sarsılarak uyanma, omzunuzu dürten kaba bir el, gözlerinize tutulan ışık, yatağınızın çevresinde katı yüzlerden bir halka. Olayların büyük çoğunluğunda yargılama olmaz, tutuklama gerekçesi gösterilmezdi. İnsanlar geceleri ortadan kayboluverirlerdi, o kadar. Adları sicillerden silinir, o güne dek tüm yaptıkları kayıtlardan silinir bir zamanlar var oldukları yadsınır ve sonra unutulurdu. Böyle ortadan kaldırılanlara, yok edilenlere genellikle buharlaştı denilirdi. ” 

 Proleterler hakkında uzun bir alıntı romanın en önemli cümlelerinden.

“ Proleterler yönetimsiz bırakıldıkları zaman Arjantin’ın ovalarına salınıvermiş sığırlar gibi, doğal buldukları ilkel bir yaşam birimi geliştirmişlerdi. Doğarlar, sokaklarda büyürler, on iki yaşında işe gitmeye başlarlar, kısa bir güzellik ve cinsellik döneminden geçip yirmi yaşında evlenirler, otuz yaşında orta yaşlı olurlar ve ortalama altmış yaşına ölürlerdi. Ağır bir çalışma hayatı, ev ve çocuk sorunu, komşularla ufak tefek tartışmalar, sinema, futbol, bira ve her şeyden önemlisi kumar, akıllarının ufkunu doldururdu. Onları denetlemek zor değildi. Düşünce Polisinin birkaç casusu aralarında dolaşır, yalan dolan söylentiler yayar, tehlikeli olabileceği düşünülen bireyleri saptar ve ortadan kaldırırlardı; ama Partinin ideolojisini kendilerine aşılamak için, hiçbir girişimde bulunmazlardı. Proleterlerin, güçlü siyasal görüşlerinin olması istenmezdi. Onlardan beklenen tek şey, çalışma saatlerinin uzatılması ve yiyecek tayını kısıntılarını kabul etmelerini kolaylaştıracak ilkel bir yurtseverlik duygusuydu. Bazen hoşnutsuzluk duyabiliyorlardı, ama bu hiçbir sonuca götürmüyordu onlardı, çünkü tutunacakları herhangi bir düşünceleri olmadığından, bu hoşnutsuzlukları ufak tefek, belirli sorunlara yöneliyordu. Büyük sorunların her zaman dikkatlerinden kaçması kaçınılmazdı. Proleterlerin büyük bir kısmının evinde tele ekran bile bulunmazdı. Sivil polis işlerine çok az karışırdı. Londra’da her türlü suç almış yürümüştü; hırsızlar, dolandırıcılar, fahişeler, uyuşturucu madde pazarlayıcıları ve her türlü karanlık işle uğraşanlar, dünya içinde dünya oluşturmuşlardı; ama tüm bunlar proleterlerin kendi bünyelerinde var olduğundan önemsenmiyordu. Ahlak konularında , dedelerinin kurallarını izlemelerine izin veriliyordu. Partinin cinsel disiplin eğitimi onlara uygulanmıyordu. Rastgele cinsel ilişkiler cezalandırılmıyor, boşanmaya izin veriliyordu. Eğer proleterler herhangi bir gereksinim duymuş olsalardı, ibadete ve dine bile izin verilecekti. Kuşkunun sınırları dışındaydılar. Partinin sloganında belirtildiği gibi ‘ Proleterler ve hayvanlar özgürdür “ 

Partilerin kişilerden daha üstün tutulduğu 1984’te gözümüze sokuluyor, böyle bir düzende kişilerin değil, partilerin bir şeyleri değiştireceği betimleniyor ve her şey tek adam üstüne kurulu olduğunu, günümüzde de bu tek adamlık sistemini Orwell gözümün içine sokarak anlatıyor. Kitapta 1950’li yılların öncesine dönemine şöyle değiniliyor, eski zamanlara bir gönderme olduğu bariz belli oluyor.

” Ellili yılların öncesindeki her şey yitip gidiyordu. Başvurulacak somut kayıtlar olmadığından kendi yaşamınızın bile kesinliği kalmıyordu. Anımsadığınız kimi olaylar uydurmaydı. Olayların yer aldığı havayı tekrar yakalayamadan onlara ait bir takım ayrıntıları anımsıyordunuz. Arada bir türlü doldurulamayan büyük boşluklar kalıyordu. O zamanlar her şey bambaşkaydı. Ülkelerin adları ve haritadaki biçimleri bile farklıydı. 1 No’LU Havaüssünün adı, eskiden değişikti, oraya İngiltere ya da Britianya derlerdi. Ama Londra’nın her zaman Londra olduğundan kuşkusu yoktu.” 

Savaş Öncesi Ve Sonrası durumunu kitapta Devrim Öncesi hayatı sorgulayan, bu hayat hakkında bir şeyler öğrenmek isteyen  Winston’un barda yaşlı bir adamla konuştuğu   şu sözler anlatıyor.

” Ben daha doğmadan , siz yaşını başını almış bir adamdınız herhalde. Devrimden önceki günleri hatırlıyor olmalısınız. Benim yaşımdakiler bu konuda hiçbir şey bilmiyorlar. Öğrendiklerimizin tümü kitaplardan, ama kitaplarda yazılı olanlar doğru olmayabilir. Bu konuda düşüncenizi öğrenmek isterdim. O zamanlar baskı, adaletsizlik ve yoksulluk varmış. Her şey düşünebileceğimizden de kötüymüş. Burada, Londra’da insanların büyük bölümü doğumlarından ölümlerine dek yetersiz besin alıyorlarmış. Yarısından çoğunun ayağında ayakkabı bile yokmuş. Dokuz yaşında okuldan ayrılır, günde on iki saatten çok çalışır, bir odada on kişi uyurlarmış. Bu arada azınlıkta olan ve kapitalist denilen varlıklı ve güçlü bir avuç insan varmış. Tüm mal mülk onların elindeymiş. Otuz hizmetçisi olan koskocaman evlerde yaşarlar, otomobillerle ya da dört atlı faytonlarla gezerler, şampanya içer, silindir şapka giyerlermiş…” 

Winston hakkında bilgiler verilirken kitaptan, roman ilerledikçe başka karakterlerle tanışıyoruz. Bayan Parsons, Wither, Syme, O’Brien, Ve Julia..   Kitabın ikinci bölümünde  Roman dairesinde çalışan, Nefret anında Winston ile karşılaşan Julia’ya   yer veriliyor.  Nefret anında Julia adında bir kızın kendisini takip ettiğini sanıyor Winston.   Takip ettiğini sandığı şey ise düşünce polisinin bir mensubu olduğunu sanması.  Julia, Proleterya sınıfı için ucuz romanlar çıkaran makineleri tamir eden biri olarak romanda yerini alıyor.

Winston’a gizlice üzerinde ” Seni Seviyorum’’ yazılı bir not bırakıyor ve bu nottan sonra  Julia ve Winston televizyondan uzak ve sessiz bir yerde buluşmak üzere anlaşıyorlar. Çünkü kendileri için tek çare tele-ekranlardan, kameralardan uzak bir yerde buluşmaları.  Bunu seçme nedenleri parti içindeki sorumluluklar. Bu anlaşmayla birlikte Julia İle  Winston’un tele-ekranlardan uzak kaçamak ilişkilerine  tanıklık ediyoruz. Ama bu aşkta birçok şey açığa çıkıyor. Çünkü partiye göre partidekiler kendi arkadaşlarını yoldaş bilirler,  ve parti tarafından görüldükleri takdirde ceza alacaklarını bilirler. Winston ile Julia arasındaki diğer ortak özellikle Parti’yi sevmiyor oluşlarıydı. Herkes partinin değerleri için çalışıyor, Büyük Birader’e itaat ediyor ama kimse çalıştığı yerde bulunmayı sevmiyordu. Diktatörlüğün de böyle olduğunu  Orwell anlatıyordu.  Kitabın ilk bölümünde sıkılacağınız pek çok yer olurken, ikinci bölümünde Winston ve Julia’nın kaçamak ilişkileriyle heyecanlanmanız kaçınılmaz oluyor. Winston ile Julia arasındaki geçen diyalog Julia’nın fahişe bir profilde olduğunu anlatıyordu, ama Julia bunu sadece parti üyeleriyle yapıyordu.

” Dinle. Ne kadar çok erkekle yatmışsan seni o kadar seviyorum. Anlıyor musun?

Evet, hem de çok iyi

Saflıktan nefret ediyorum, iyilikten nefret ediyorum. Erdem denen şey hiçbir yerde var olmasın istiyorum. Herkesin iliklerine dek ahlaksızlaşmasını istiyorum

Öyleyse ben tam sana göreyim. İliklerime dek ahlaksızım ben ” 

Orwell, bireylerin özgürlüklerini nasıl kısıtladıklarını Winston ile  Julia karakterleri üzerinden anlatıyor. Bu ilişkide ilk kural tele-ekranlara gözükmemek.  Çünkü partiye göre  sevişmek yasak, yakalanıldığınız takdirde cezaya çarptırılıyorsunuz. Sonraki zamanlarda aynı yerde buluşamıyor bu ikili. Sığınacak yer arıyorlar, ilk sığınacak yer Mr. Charrington’un evi oluyor, ama evde kendilerini beklenmedik şeyler bekliyor. Kaldıkları oda farelerle dolu, sadece kaldıkları oda değil bütün Londra’nın fareyle dolu olduğunu söylüyordu Julia, sonralarında Londra’nın her yanında ansızın yeni bir poster belirmiştir. Yazısı yoktur posterin, yalnız makineli tüfeğini kalçası düzeyinde tutmuş, koca çizmeleri olan Moğl yüzünde hiçbir anlatıım bulunmayan bir Avrasyalı askeri yürürken gösteren üç dört metre boyunda bir resimdir bu. Kentin her yeri bu posterle doludur. Goldstein’in resimleri yakılmıştır, Avrasyalı asker posterleri yırtılıp alevlere atılmıştır. Bazı dükkanlar yağmalanmış, bir karı kocanın evi ateşe verilmiş, ikisi de dumanlar arasında can vermiştir. Bu poster Londra’nın gerçek yüzüydü, diktatörlük sisteminin başında bulunan Büyük Birader’di…

Winston ile Julia’nın kaldıkları yer onların cennetiydi. Orada sevişiyorlar, orada uyuyorlardı.Winston Smith için Charrington soyu tükenmiş bir hayvandı. Ama Winston’un kendisiyle konuşmasından keyif alıyordu. Charrington aynı zamanda eskici dükkanın yaşlı sahibiydi.  Yaşlılar kendileriyle ilgilenenleri severlerdi. Charrington da böyle biriydi. Winston, bazen partiye karşı başkaldırıyı düşünüyordu, onu destekleyenler olsa da bu yanıltıcıydı. Partiyi yenmek olanaksızdı. İsyan edilse de partinin düzeni ve kendisi değişmeyecekti. Partinin iki amacı vardı. Yeryüzünü tümüyle ele geçirmek ve bağımsız düşünce olanağını sonsuza dek ortadan kaldırmaktı.Partilerde önemi bir yasa vardır..

” Kitlelerin ne düşündükleri partiyi ilgilendirmez’’

Parti üyesi daima düşünce polisinin gözetimi altında yaşar. Parti üyesinin yaptığı her şeye dikkat ederler. Parti üyesi düşüncesini söylemekten acizdir, söylediği takdirde bir boşluğa sürükleneceğini  ve işkence göreceğini bilir.. Winston işkence göreceğini bile bile kendi doğrularını söylemekten vazgeçmemiştir. Partiye karşı olduğu için partidekiler tarafından ağır eleştirilir, işkenceye mahkum edilir.  Hep büyük Biraderi indirmenin planını yapmaktadır Winston,  ama bu soruların cevapsız olduğunu   bilir. Parti yalnız kendisine güç vermesini ister. Partiler için başkalarının iyiliği değil, partinin iktidarda olması önemlidir!

O ‘Brien’a göre  Winston Smith kendi düşüncelerini söylediği ve partinin yanlışlarını sorguladığı için  silinmesi gereken bir lekedir. Winston, süründüre ,süründüre öldürülecektir, ama bunun için beklemesi gerekmektedir.  Winston, işkence edilerek  yavaş yavaş öldürülüyordu, ağır tutuk hareket ediyor,  yorgun hissediyor, ama Julia’yı satmıyordu. Bunun haricinde Winston her türlü saldırı ve işkenceye uğramış, oldukça hırpalanmıştı. Partiye karşı gelmenin cezasıydı bu.  Orwell buralarda başkaldıran insan modelinin resmini çiziyor okuyucuya.  Büyük Birader’den herkes nefret ediyordu ama herkes onun için çalışıyordu, çünkü bu Diktatörlük sisteminin baş nedeniydi.

Kitabın en can alıcı bölümü O’ Brien’ın Winston’a dönerek ” Dünyada en kötü şey farelerdir ” dediği, Winston’u 101 no’lu  en dehşet odalara hapsedip cezalandırdığı bölüm.  Kitaptaki bu bölümü okuduğunuzda 1980 darbesinde işkence görmüş insanlar zihninizde canlanması kaçınılmaz oluyor.  Bu bölümdeki sözler kitapta dehşet duygusu yaşamamıza neden oluyor, Orwell bunu ustaca başarıyor.

“   Yalnız acı kendi başına yeterli olmayabilir,bazı durumlarda insan ölümle sonuçlansa bile acıya katlanabilir. Ama herkesin karşı koyamayacağı, düşünmek bile istemediği bir şeyler vardır. Böyle durumlarda korkaklık ya da cesaret söz konusu değildir. Yüksek bir yerden düşerken bir ipi yakalamaya çalışmak korkaklık değildir. Bunlar yok edilemeyecek basit içgüdülerdir. Aynı şey fareler için de geçerlidir. Senin için onlara karşı koymak olanaksızdır. Onlar senin için istesen de direnç gösteremeyeceğin bir baskıdır. Sonunda senden istenileni yapacaksın “

“ Seni yendik Winston. Seni parçaladık. Bedenine ne olduğunu gördün. Aklında aynı durumda. Artık,gururunu yitirdin. Tekmelendin,aşağılandın,azarlandın, acıyla çığlık attın,kusmuk ve kan içinde yerlerde yuvarlandın,acınma dinlendin, herkesi ve her şeyi sattın. Yaşamadığın bir tek rezillik kaldı mı?” 

Kitapta birçok mevzu dönüyor. Kahramanımız Winston’un farelerle dolu bir kafes içinde acı içinde kıvranılmasıyla kendisinin ağzından tek söz çıkıvermişti.  ” Artık dünyada cezasını devredebileceği tek bir kişi olduğunu anlamıştı, farelerle kendisi arasına koyabileceği bir tek kişi vardı.”  bunu söyledikten sonra Julia’yı ispiyonlamıştı. Ve sonra şöyle dedi

” Julia’ya yapın! Julia’ya yapın! Bana değil Julia’ya. Ona ne yaparsanız yapın! Umurumda değil! Yüzünü yırtın, etlerini parçalayın.Bana değil Julia’ya! Bana değil! “

İşkence sırasında buna mecbur bırakılmıştı Winston.  Birbirlerine kendilerini sattıklarını sonunda itiraf etmiştiler.

“ Kestane ağacının altında

Sen beni sattın,ben de seni”

Winston’un Büyük Birader’e karşı olan nefreti  fazlaydı. Bunun azalacağını veya Büyük Biraderi sevebileceğini kim bilebilirdi ki? Hayatta her şey tersine dönebiliyordu..

Kısaca kitabı özetlemek gerekirse; Orwell kitap boyunca sorgulama içindedir. Kahramanımız  Winston Smith,  Devrim öncesi hayatı merak etmekte, bu hayatı sorgulamaktadır. Kendisi gibi sorgulayan insanları bulmak istemekte, ama kendisi gibi sorgulayan insanlar bu düşünceden mahrum bırakılmıştır.  Winston’un bu yaptıkları parti yasalarına göre yasaktır. Çünkü içinde bulunduğu parti sorgulamaya, düşünmeye izin vermez.

Toplumun özgürlüklerinin sınırlandırılmasını, baskıcı rejimlerin birey üzerinde etkisini, Gelişen teknoloji ve iktidarların insanları kontrol altına almasını, özgürlüklerin kısıtlanmasını, sorgulamanın yasak olduğu bir toplumu, her yerde izlendiğimizi karamsar bir şekilde  gözümüze sokarak anlatıyor Orwell. Kuşkusuz en iyi distopya örneklerinden birini sunuyor okura.  Tele Ekranlar, mikrofonlar, kameralar, uydular… Ütopik dünyayı içinde barındırsa da   günümüze ışık tutuyor.

Kitabın çevirisi Nuran Akgören‘e  ait.   Bu kitap daha sonraları Can Yayınları çevirmeni ” Celal Üster ” tarafından çevrilmiş,  aşağıda ” Altını çizdiklerim ” kısmında okuyacağınız çeviri Nuran Akgören‘e ait.  Kitabın yeni baskısındaki çeviri Celal Üster’e ait, ikisi arasındaki farklar bariz belli oluyor ama bu çevirinin  berbat bir çeviri olduğunu söyleyemem.  Tekrardan Orwell’ın 1984’üne dönelim.

Orwell, romanı İskoçya’da verem ile boğuşurken 1947-1948 yılları arasında yazdı. Kitap  sosyalizm karşıtı olarak suçlandı. O dönemin politikacılarıyla karşılaştırma yaparsanız romanı daha iyi anlayabilirsiniz (Adolf Hitler, Stalin gibi..) Bir de Roman üzerinden uyarlama ” 1984’’ filmini  kitabı okuyarak izlerseniz daha yararlı olur sizin adınıza.Kitabı okurken bazen  beyninizi  fareler kemiriyor gibi bir hisse kapılabilirsiniz.  Yazar çoğu yerde kapalı bir dil kullandığını bizlere ” 1984″  kitabında gösteriyor.

Orwell için Cia ajanı olduğunu söyleyenler olsa da  bu rivayetten öteye gidememiştir. Bir ütopya harikasıyla karşı karşıyasınız, seneler önce yazılan bu kitapta Orwell günümüze ” 1984″ adlı kitabıyla ışık tutuyor.  Kitabı okurken Orwell’ın seneler öncesinden bugünleri görmesi onu gözümüzde dahi yapıyor.  Kitapta oldukça korku, kuşku karamsarlık unsuru olduğunun da altını çizmek gerekir. (Winston Smith 101 nolu odada Farelerle yalnız kalması sonucunda gördüğü işkence kısmını) kafanızda canlandırdığınız korku basamaklarını yavaşça tırmanmaya başlıyorsunuz. Tek cümleyle özet geçmek gerekirse; George Orwell’ın 1984’ü bizi  korku imparatorluğun içine sokarak umutsuz bir yolculuğa çıkarıyor. 

10 Cevap bulunuyor.

  1. Yns dedi ki:

    Gerçekten kitap hakkında çok iyi bir değerlendirme yapmışsınız teşekkürler.

  2. Mazlum günhan dedi ki:

    Cok sağolun ya beni BÜYÜK Bir dertten kurtardiniz. bu kitag vize de çikacak ben okuyamadim bu iyi oldu tekrar teşekürler

    • Mehmet Anıl Ertekin dedi ki:

      Mazlum günhan arkadaşım Vizede hoca bu kitapla ilgili neler sordu bana bi mail atarmısn rica etsem mehmetanil94@gmail.com

      • vedat yıldız dedi ki:

        mehmet anıl ve mazlum günah sizden ricam bu sınav hakkında çıkan soruları bana atabilir misiniz ?

        • sena sayın dedi ki:

          benim de yarın final sınavımda sorulacak bu kitap soruları bana da gönderebilir misiniz??

  3. tamer dedi ki:

    bu bir inceleme değilki..kitabın konusunu anlatmışsın..:))

  4. Ayşe Can dedi ki:

    bizi de hoca finalde bu kitaptan ve hayvanlar çiftliğinden sorumlu tuttu inş bu özetin faydasını görürüm. okumak isterdim ki kitap okumayıda severim ve bölümümle ilgili kitaplar fakat bitirme tezimi hazırlıyorum ve başka bi kitaptan sorumluyum hepsini yetiştirmem imkansız.

  5. plastik dunya dedi ki:

    Kitabın okuyucuya vermek istediği tek şey KORKU!..bu kitap şimdilerde o çok bilindik marketlerin deterjan ürünleri raflarının yanında ya da para kasaları sıralarının oluştuğu yerlerde, "Beni al! Beni al! Beni al!" dercesine bağıran Feysbuk mavisi ya da İnstagram moru kaplamalarıyla yeni gelen nesillere korkuyu bulaştırmak için bekliyor pis pis sırıtarak…bir devrim ayaklanması yapmaya çalışan esas oğlan ve esas kız "devrim" hususunda iğdiş ediliyor ve kitabın tamamını okumasamda -sonucunu ben tahmin etmek üzere okunmasını gereksiz bulduğumdan arkadaşıma devretmiştim- sonu sanki resmi bir yazışmanın eki gibi bitiyor ve de bu kısıma günümüz dünyasının emperyalist politikacılarının görmeyi hayal ettikleri, kısmende gerçekleştirdikleri kavramlarla doldurmuşlar!!! 1984 için bknz. Öz-al'la algı yıllarının başlangıcı…kısaca bu kitap az okuyan insanı korkudan korkuya salar ve bir süre sonra klavyeden keser =))) "yılanla uğraşmazsan ya da bölgesine tecavüz etmediğin sürece sana bir şey yapmaz, yani karşılaşmadığın sürece yılandan korkmanın anlamı ne?" diye öğretilmiş olsaydı keşke!!!!!

  6. Cahide aykut dedi ki:

    Kitap bundan 60 yıl önce yazılmış ama için de yaşadığımız dünyayı çok iyi özetliyor bizim fark etmediğimiz ama teknolojiyle bize dayatılan çoğu şeyi gösteriyor mutlaka okunmalı için de yaşadığımız dünyayı anlamlandirmada çok iyi bir etkisi olabilir