Ahmet Ümit “Beyoğlu’nun En Güzel Abisi”

Bayan Arıza tarafından 18 - Kasım - 2013 tarihinde yazıldı.

Ne zamandır kendi siteme yazamadığımı fark ettim. Çünkü iş, hayat ve İstanbul koşturmacalarından uykuya bile zor zaman bulabiliyor insan. En son Anathema konser kritiği yazmışım. Onun dışında hoşuma giden müzik haberlerini paylaşıyorum fark ettiğiniz üzere. Bu anlamda en sevdiğim radyo ve site olan Radyo Eksen’e teşekkür ederim. Ben de güncel haberleri oradan takip ettiğimden bilmenizi düşündüğüm bir şey görürsem hemen paylaşıyorum. Etkinlik hatırlatmalarım zaten hep güncel biliyorsunuz.

Polisiye merak sevdam daha önce de anlatmıştım “Kızıl Nehirler” filmini izledikten sonra başladı. Önce Jean-Christophe Grangé’a ve tüm kitaplarına ulaştım. Derken Ahmet Ümit’le tanıştım. Sonrasında korku edebiyatına geçtim. Çok önyargılı baktığım bir alandı ama bu konuda ne kadar yanıldığımı gördüm. Şu an kütüphanemin neredeyse yarısı gerilim, polisiye ve korku edebiyatına ait -İthaki Yayınları’nın çoğunlukta olduğu- kitaplarla dolu. Derken Ahmet Ümit’in tüm kitaplarını okumuş bir insan olarak son kitabı olan “Beyoğlu’nun En Güzel Abisi” ni de aldım tabii. Toplam 418 sayfalık kitap yine komiser Nevzat ve tayfası üzerine devam ediyor. Kitaba tam gaz başladım, başlamışken de size tavsiye etmek istedim.

Bu da arka kapak sevgili arkadaşlar:

 

“Aşk, yaşamı; cinayet, ölümü sıradanlıktan kurtarır.”

Yılbaşı gecesi işlenen bir cinayet…

Tarlabaşı’nın arka sokaklarında bulunan bir erkek cesedi. Öldürülmüş erkeklerin en yakışıklısı, belki de en kötüsü. Karanlık sırların ortaya çıkardığı utanç verici bir gerçek. Gururlarının kurbanı olmuş erkekler, onların hayatlarını yaşamak zorunda olan kadınlar. Bu cinayetler yatağında, bu kötülükler bahçesinde, bu insan eti satılan can pazarında masumiyetini korumaya çalışan bir adam. Bir zamanlar İstanbul’un en gözde yeri olan Beyoğlu’nun hazin hikâyesi. Karanlık…

Soğuk havayla iyice ağırlaşan bir karanlık. Uzaklardan şarkılar geliyor kulağına, neşeli kadın çığlıkları, ayarını yitirmiş sarhoş naraları, biri küfrediyor belki ana avrat, belki ağlıyor biri hıçkıra hıçkıra, belki biri sessizce ölüyor bu gürültünün, bu hengâmenin ortasında. Umurunda değil. Hepsinden sıyrılmış, sadece öfke…

Nereye gittiğini bilmeden yürüyor, nefret tarafından kuşatılmış olarak. Kıskançlık denen o canavar, çelikten pençesine almış yüreğini, habire sıkıyor. “Kadınlar,” diyor bir ses zihninin derinliklerinden…

“Kadınlar, onlarla oynayamazsın… Oynadığını zannedersin ama bir de bakmışsın, asıl oyuncak sen olmuşsun.” Hayatına giren kadınların yüzleri beliriyor sokağın zemininde. Birer birer düşüyor görüntüleri ayaklarının dibine. Hepsinin boynu bükük, hepsinin gözlerinde keder. Hepsi üzgün… Aldırmıyor, bir su birikintisiymiş gibi basıp geçiyor üzerlerinden ama yeniden düşüyor görüntüler zemine. “Kadınlar,” diyor o ses yine, “Kadınlardan asla kurtulamazsın, hayaletleri hayatın boyunca seni takip eder.”